Aetheris: Kaosun Tahtı (TÜRKÇE-TURKİSH)

Chapter 30: Bölüm 30 – Sarsılan Denge



Aries duraksadı. İlk kez korktuğunu hissetti. Çünkü bu kadın... ona benziyordu.

Hayır.

Daha çok annesine benziyordu.

Kadın, gözlerini onun gözlerine kilitledi.

Yüzünde hiçbir ifade yoktu.

Ama sesi mağaranın taş duvarlarında yankılandı.

"Soyun henüz uyanmamış, çocuğum."

"Uyan."

Ve o an, tüm mağara, belki de tüm dağ sarsıldı. Karanlık patladı. Mana, görünmez bir dalga gibi mor haleler saçarak yayıldı. Aries'in damarlarına doldu. Bütün kemikleri parçalanıyormuş gibi hissetti. Ciğerleri alev aldı. Derisinin altından bir şey sürünerek çıkmaya çalışıyordu.

Gözleri... Artık her şeyi görebiliyordu. Ve karanlık, ona dokundu. Bildiği tüm gerçekler yıkıldı. Bildiği tüm acılar, tüm korkular, tüm kayıplar ona geri döndü. Bir anlığına Aries artık kendi bedeni içinde değilmiş gibi hissetti. Bir anlığına, sadece mana vardı. O mana. Bu güç, onun içinde her zaman var olan, ama hiçbir zaman fark edemediği mana.

Ve sonra her yeri boşluk kapladı. Gözlerini açtığında, mağaranın girişindeydi. Bütün vücudu acı içindeydi. Bütün kasları titriyordu. Hafızası bulanıktı. Ne olduğunu bilmiyordu. Neden hâlâ hayatta olduğunu bilmiyordu. Ama bildiği tek bir şey vardı. Artık kendisini daha güçlü hissediyordu. Muhtaç olduğu o gücü elde etmişti.

Ama artık çok geçti. Altı yıl geçmişti. Altı yıl boyunca o mağaranın içinde ne olmuştu? Kaç gece geçmişti? Kaç defa ölmenin kıyısına gelmişti? Altı yıl boyunca insan olup olmadığını bile unuttu. Hiçbirini bilmiyordu. Zihninin içinde bir perde vardı. O mağaradaki kadını gördükten sonra ne olduğunu düşündüğünde, o perde kapanıyordu.

Bildiği tek şey, artık eskisi gibi olmadığıydı. Ve dünya, onu beklememişti. Dışarı çıktığında Lenore'yi bulmak için ilk fırsatta harekete geçti. Valenor'a, köle olduğu Kont'un köşküne geri döndüğün de Liraz ve Fenrin ona her şeyi anlattılar.

Lenore. Onun ilk ve tek aşkı, çoktan ölmüştü. Lenore, onun mağaraya atılmasından sonra bir cüceye satılmıştı. Yeni sahibi, onu Seria Cumhuriyeti'ne götürmüştü. Orada, Lenore ölmüştü.

Aries o an boşlukta kalmış gibiydi.

Yıllarca savaşarak, ölmeden, sadece hayatta kalmaya çalışarak yaşamıştı. Ama neden savaştığını bile unutmuştu. O mağaradan çıkınca ilk düşündüğü şey, Lenore'yi bulmaktı. Çünkü o mağaraya düşmeden önce sadece Lenore vardı. Ama şimdi… artık yoktu.

İlk defa gerçekten öldüğünü hissetti.

İlk defa her şeyin gerçekten bittiğini fark etti.

O zamana kadar, sadece kaçıyordu. Hayatta kalmaya çalışıyordu. Ama o an, bir karar aldı. Bundan sonra kaçan değil bir av değil, tüm imparatorluğa ölüm getiren avcı olacaktı. Artık ne Aries von Renoire vardı… Ne de bir insan. Yalnızca intikamdan doğan bir varlık kaldı. Ama Şimdi…

Şimdi Reyna vardı.

Aries başını çevirdi. Küçük kız, yolun kenarında yürüyordu. Sessiz ama gözlerinde küçük bir umut vardı.

O, bilmiyordu.

Aries'in kim olduğunu, ellerinin ne kadar kana bulandığını, gözlerinin neden uyumadığını, içinde ne kadar derin bir boşluk olduğunu bilmiyordu.

Ama Aries bir şey fark etti. Bu küçük kızla geçirdiği zaman boyunca, içindeki sesler susmuştu. Ne intikam ne de gümüş saçlı elf. Hiçbiri konuşmuyordu.

İlk kez, intikamın ötesinde bir şeyler olduğunu fark etti. Ama bu düşünceyi hemen zihninden kovdu. Çünkü…

İntikamı olmadan, o kimdi? Ne yapacaktı?

Aries daha kafasındaki seslerin yeniden ortaya çıkacağını hissederek iradesiyle onları bastırdı ve bu düşüncelerden sıyrıldı. Olan olmuştu, yaptıklarının yanlış olduğunu bilsede, pişman olmak için çok geçti. Ailesi için, halkı için, Lenore için yolunda ilerlemeye devam etmeliydi.

Kendisini feda etmek uğruna olsa da yolundan geri dönmeyecekti.

O sırada Reyna yürüdükleri patikanın kenarın da durmuş, tepeden aşağıya bakıyordu.

Aries de kızın neye baktığını görünce durdu. Hedefine varmıştı. Larkan'ı gören yüksek bir tepenin kenarında durmuş, surların ardındaki şehri izliyordu. Sabahın yumuşak ışıkları, taş duvarları ve şehir içindeki büyük şatoyu hafif bir altın rengine boyamıştı. Yanında, sessizce duran küçük kızın gözleri ise hayranlık ve korku arasında gidip geliyordu.

Şehri izlerken Aries'in kaşları hafifçe çatıldı. İçinde tanımlayamadığı, ama derinlerden gelen garip bir his vardı. Şatonun yükselen kuleleri ve şehri çevreleyen surlar ona tanıdık bir şey hissettiriyordu; sanki burada daha önce bulunmuş gibiydi. Ancak bu mümkün değildi… ya da öyle olmalıydı.

"A-abi… ne oldu?" diye sordu küçük kız, Aries'in sessizliğini bozmaya çalışır gibi. Ancak sesi neredeyse fısıltı gibiydi, sanki Aries'in düşüncelerini rahatsız etmek istemiyormuş gibi.

Aries başını hafifçe yana çevirdi ama kıza bakmadı. Gözleri hâlâ şatonun devasa yapısına kilitlenmişti. "Bilmiyorum" dedi alçak bir sesle. "Ama burası... bir şekilde tanıdık geliyor."

Küçük kız, Aries'in yüzündeki derin düşünceyi anlamaya çalışarak onun elbisesinin ucundan çekti. "Kötü biri varsa, onları da öldürecek misin?"

Bu soru Aries'i irkiltti. Manasının içinde yanan soğuk kaotik alevler neredeyse bir an için kıpırdadı. Küçük kızın gözlerindeki hayranlık, Aries'in üzerine beklenmedik bir yük gibi çöktü. Gözlerini nihayet şatodan ayırdı ve kısa bir süre sessiz kaldı.

"Burada kim iyi, kim kötü bilmiyorum" dedi Aries, sesi yorgun ama kararlıydı. "Her neyse, seni şehre bırakacağım. Orada babanın çalışanları seninle ilgilenecektir."

Küçük kız bu sözlere ne cevap vereceğini bilemeden sessiz kaldı. Ama gözleriyle Aries'e hayranlıkla bakmaya devam etti; onun gerçek bir kahraman olduğunu düşündüğünü gösteren bir ifadeyle. Reyna, bilmediği bir şehirde ailesinin olmadığı bir yer de yalnız yaşamak istemiyordu. Kahramanıyla kalmak istiyordu.

Aries tekrar şatoya döndü, içindeki bu garip his daha da büyüyordu. Sanki orada bir şey — ya da biri — ona sesleniyordu. Ancak bu çağrının ne anlama geldiğini anlayamıyordu. Tek bildiği, bunun kolay bir yolculuk olmayacağıydı.

Küçük kıza döndü, hafifçe eğildi ve onun göz seviyesine geldi. "Yolumuza devam edelim" dedi. Günlerce canavarlarla savaşarak ilerlemişlerdi. Normalde bu Aries için bahse değer bir konu olmazdı ancak bu süreç boyunca kızı korumak için bir hayli efor sarf etmişti.

Küçük kız başını salladı, yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Aries, çocuğun masumiyetiyle kendi içindeki karanlık arasında bir an için sıkışıp kalmış gibi hissetti. Ama bunu belli etmeden, küçük kızın elinden tutarak onu nazikçe ayağa kaldırdı.

Son bir kez daha Larkan'ın üzerindeki büyük şatoya baktı. Gözleri, taş duvarların ardında neyin saklandığını çözmeye çalışır gibi kısıldı. Ancak bu sırlar, şimdilik onun ulaşamayacağı kadar derindeydi.

Küçük kızla birlikte sessizce tepeyi aşıp uzaklaşmaya başladıklarında, Aries'in şehir surlarının yakınların da daha fazla devriye ekibi gördü. Larkan ordusunun devriye ekipleri son zamanlar da gün de birkaç kere denk geliyordu. Canavarlar yüzünden devriyeleri sıklaştırmışlardır diye düşündü.

Aries, Reyna ile şehrin batı kapısına yaklaşırken, kapının önünde bekleyen muhafızların dikkatli gözleri üzerlerine çevrildi. Ancak çevredeki hareketlilik, Aries'in dikkatini dağıttı. Civar köylerden kaçan birçok insan, canavar saldırılarından kurtulmak için şehre akın etmişti. Yorgun ve bitkin yüzlerle dolu bir kalabalık, kapının önünde bekliyor, muhafızlara yalvararak geçiş izni istiyordu.

Aries'in gözleri kısa bir süre kalabalığın üzerinde gezindi. Canavarların neden olduğu yıkım, yalnızca fiziksel değil, ruhsal bir yara da bırakmıştı. İnsanların yüzlerindeki korku, Aries'e bir an için kendi geçmişini hatırlattı. Kızın elini daha sıkı tuttu.

Muhafızlardan biri kalabalığa seslenerek, "Düzgün sıraya girin! Hepinizin içeri girmesine izin verilecek ama sabırlı olun!" diye bağırdı. Sırtında ağır zırh taşıyan bu muhafız, yorgun ama görevine sadık bir ifadeyle kalabalığı yönlendiriyordu.

Aries ve küçük kız, kalabalığın arasından ilerleyerek kapıya ulaştılar. Muhafızlardan biri dikkatlice Aries'e baktı, gözleri bir an onun yüzünde durakladı. Ancak canavarların neden olduğu kaos ve sığınmacı akını nedeniyle, daha fazla sorgulama yapmadan ellerini salladı.

"Geçin. Ama sorun çıkarmayın," dedi muhafız, Aries'e güvenemediğini belli eden bir tonla. Aries, başını hafifçe sallayarak kapıyı geçti.

Larkan'ın sokakları, aceleyle hareket eden insanlar ve Larkan dükalığının sembolleri işlenmiş deri zırhlarıyla kuşanmış askerlerle doluydu. Küçük kız, Aries'in yanından ayrılmıyor, gözleri hayranlıkla şehrin her köşesini inceliyordu.

"Abi… çok büyük burası" dedi küçük kız, sesi hayretle doluydu. "Babam buraya geldiğinde beni de getirmek isterdi ama hiç fırsat olmadı."

Aries, etrafına bakarken kısa bir cevap verdi. "Bu kadar kalabalık olması kötü oldu. Babanın dükkanını bulmamız zorlaşacak"

Aries ve küçük kız, taş yollarla çevrili Larkan'ın sokaklarında yürürken, güneşin ışığı dar sokakları aydınlatıyor, ama insanların yüzlerindeki umutsuzluğu silemiyordu. Aries, yanında yürüyen küçük kızın şehre ilk girdikleri heyecandan eser bırakmayarak sessizleşmesini fark etti.

Aries'in zihni başka bir yerdeydi. Bu çocuğun burada kalması gerektiğini biliyordu. Kendi yolculuğu, yalnızca yıkımları ve tehlikeleri beraberinde getirebilirdi. Bu yolculuğa bir çocuğu dahil edemezdi. Onun korunaklı bir yere ihtiyacı vardı ve ailesinin ticaret şirketi, en iyi ihtimalle bu korumayı sağlayabilirdi.

"Kısa bir süre içinde babanın dükkanını bulacağız" dedi Aries, kıza dönerken. "Orası senin için güvenli olacak."

Kız başını kaldırıp Aries'e baktı, ama yüzünde bir rahatlama yerine endişe vardı. Aries, bu bakışı fark etti ama bir şey söylemedi. Bunun yerine, birkaç kişiye daha ticaret şirketinin yerini sordu ve sonunda doğru yeri öğrenip oraya yöneldiler.

Bu sırada Aries, imparatorluğun dört sütunundan biri olan General Morgana ve lejyonunun burada olduğunu öğrendi. Kadını tanımıyordu ancak geçmişte sanki bu isim de biriyle dövüştüğünü hatırlıyordu. İmparatorluğun en güçlü şövalyesi Argus'un yanındaydı diye düşündü.

Nedense Aries son birkaç ay haricindeki anılarını hatırlamakta zorlanıyordu. Her geçen gün, geçmiş anılarını kaybederken, üzerindeki karanlık sisin dağıldığını ve ışığı gördüğünü hissedebiliyordu. Zihni, düşünceleri, hepsi sanki daha açık, ferah hale gelmişti.

Şimdilik o kadını boş vermeyi seçti. Reyna'yı güvende tutmalıydı, küçük kızı kendi meselelerine bulaştıramazdı.

Bu sırada tarif edilen adrese geldiğini fark eden Aries, taş bir binanın önünde durdu. Üzerinde 'Altın Şafak Ticaret Şirketi' yazan tabela, zamanla aşınmış ama hâlâ okunabilir durumdaydı. Kız tabelayı gördüğünde, yüzüne kısa bir rahatlama ifadesi yayıldı. Ancak bu rahatlama, hemen ardından yerini tereddüde bıraktı.

"Burası mı?" diye sordu Aries, başıyla tabelayı işaret ederek.

Küçük kız, bir an sessiz kaldı, sonra başını yavaşça salladı. "Evet… burası. Babam her zaman buradan bahsederdi."

Aries, kapıya doğru yürüyerek kızın önünde durdu. "Burada güvende olacaksın" dedi, sesi her zamanki gibi sakin ama kararlıydı. "Bu insanlar seni tanıyor. Babanın iş ortaklarıydı. Seni koruyacaklar."

Ama küçük kız, kapıya yönelmek yerine Aries'e döndü. Gözlerinde biriken yaşlar, kelimelerinden önce konuştu. "Ama ya beni sevmezlerse? Ya sadece kendi çıkarlarını düşünürlerse? Babam artık burada değil. Onların bana bakacağını nereden bilebilirsin?"

Aries, bir an durdu. Küçük kızın korkuları mantıksız değildi. Onu terk etmek istemiyordu, ama bu yolculukta bir çocuğun yeri yoktu. İçinde bir çatışma yükselirken gözlerini kızdan kaçırdı.

"Bu insanlar, babanın mirasına saygı duyacak" dedi, sanki kendini de buna inandırmaya çalışıyordu. "Burası senin için doğru yer."

Küçük kız başını iki yana salladı. "Hayır! Burada kalmak istemiyorum. Babam olmadan kimse bana bakmaz. Ya bu babamın işini ele geçirmeye çalışırlarsa? Ya beni yalnız bırakırlarsa?" Sesi titriyordu ama gözlerindeki kararlılık Aries'in içindeki sessiz fırtınayı körükledi.

"Ben seninle kalmak istiyorum!" diye devam etti küçük kız, şimdi gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. "Sen güçlü birisin. Tüm canavarları öldürebilirsin. Eğer seninle kalırsam, ben de senin gibi güçlü olurum. O zaman kimse benim gibi ailesini kaybetmez. Ben de herkesin kahramanı olurum!"

Aries, bir süre kıza baktı, kelimeler boğazına düğümlendi. Bu küçük çocuğun gözlerindeki umut ve kararlılık, onu bir anda savunmasız bıraktı. Kendi içindeki karanlık ve geçmişin yükü, bir çocuğun masumiyetiyle çarpışıyordu.

"Bu yolculuk… tehlikeli" dedi sonunda, sesi kısık ama kesin bir tondaydı. "Ölümlerle, savaşlarla dolu. Bunu kaldırabileceğini sanmıyorum."

Ama kız, Aries'in sert sözlerine aldırmadan devam etti. "Ailem öldü. Canavarlar onları benden aldı. Eğer güçlü olsaydım, onları koruyabilirdim. Şimdi beni de burada bırakıyorsun. Bu insanlar benim ailem değil! Ben sadece seninle güvende hissediyorum, abi!" dedi, sesi çaresizlikle yükseliyordu.

Aries, küçük kızın bu kararlı sözleri karşısında bir süre sessiz kaldı. Onun yüreğinde yatan korkular ve istekler, kendi gençliğini hatırlatıyordu. Ama aynı zamanda onunla kalmanın bu kız için ne anlama gelebileceğini de biliyordu. Kendi yolunun karanlık olduğunu ve bir çocuğu bu karanlığa sürüklemek istemediğini düşündü.

Bir süre düşündükten sonra, diz çökerek onunla aynı seviyeye geldi. "Bu dünyanın zorluklarını görmek istiyorsun, ama bunun için daha çok küçüksün. Masumiyetini kaybetmeni istemem" dedi, sesi bu kez daha yumuşaktı. "Bunun kolay bir yolculuk olmayacağını bilmelisin."

Kız gözlerini Aries'e dikti, başını hafifçe salladı ve bir adım daha ona yaklaştı. "Kolay olduğunu düşünmüyorum. Ama sen varken korkmuyorum."

Aries derin bir nefes aldı ve bir süre daha düşündü. Küçük kızın bu kadar kararlı oluşu ve onunla kalma isteği, Aries'in içindeki katı duvarları yavaşça eritiyordu. Sonunda ayağa kalktı ve ağır bir nefes verdi.

"Eğer benimle kalırsan, bu yolculuğun ne kadar tehlikeli olduğunu göreceksin" dedi, sesi ağır ve kararlıydı. "Ama bu, senin kararın ve buna saygı göstereceğim."

Küçük kız, gözyaşlarını silerek başını hızla salladı. "Evet, abi! Seninle kalmak istiyorum!"

Aries, başıyla hafif bir onay verdi. Ardından kapının önünde bir an durdu, derin bir nefes aldı ve kızın elinden tutarak oradan uzaklaştı. Bu, onun omuzlarına yeni bir sorumluluk yüklerken, içindeki sessiz bir umut ışığını da ateşliyordu.

 


Tip: You can use left, right, A and D keyboard keys to browse between chapters.