Chapter 34: Bölüm 34 - Ateşle Cevap
Gri bir sabah, Larkan topraklarına çökmüştü.
Güneşin solgun ışıkları, savaş alanının üzerine düştü ama bu ışık, küllerin arasına hapsolmuş bir hayalet gibi cansızdı. Kan, toprak ve is kokusu hâlâ havada asılıydı. Yanmış kumaşlar, devrilmiş çadırlar, kanla karışmış toprak... Her şey, bu yerin artık bir ordu kampı değil, bir toplu mezar olduğunu fısıldıyordu.
Duman, gökyüzüne ince, solgun çizgiler halinde yükseliyordu. Bazı çadırların közleri hâlâ tütüyor, etrafa acı bir yanık kokusu yayıyordu. Rüzgâr, küllerin içinde savrulup gidiyor, Morgana'nın pelerinine gri izler bırakıyordu. Ayaklarının altında, paramparça olmuş kalkanlar, eğilmiş miğferler ve savaşın kalıntıları eziliyordu. Bir zamanlar düzen içinde parlayan çelik zırhlar şimdi paslanmış, kana bulanmış ve harabe halinde yere saçılmıştı.
Savaş bitmişti, ama savaşın ruhu burada hâlâ yaşamaya devam ediyordu.
Morgana ağır adımlarla, toprağa gömülmüş cesetlerin ve küle dönmüş kamp alanının arasında ilerledi. Her adımı, ezilen kemiklerin, parçalanmış silahların ve ölü bedenlerin yankısıyla karşılanıyordu. Ayaklarının altında kanla kaplı bir sancak ezildi—Lejyon'un simgesi, kül ve toprak içinde kaybolmuştu.
Baktığı her yerde ölüm vardı. Bazı cesetler hâlâ yanık kokuyordu, bazıları ise donuk gözlerle sonsuz boşluğa bakıyordu. Kılıçlarını hâlâ sıkı sıkıya tutan eller, savaşın içinde donup kalmıştı. Bedenlerin üzerine çöken gri toz, onların da kampın birer parçası olduğunu fısıldıyordu.
Savaşın kaçınılmaz sonucu hep buydu.
Galibiyet ya da mağlubiyet fark etmeksizin, savaşın tek mirası ölümdü.
Lejyon askerleri sessizdi.
Normalde savaş sabahları ya zaferin sevinç çığlıkları ya da kayıpların yasını tutan dualarla dolardı. Ama bu sabah, ölümün sessizliği hâkimdi. Kimse konuşmuyordu.
Askerler yorgundu. Açtılar. Susuzdular. Ama en kötüsü, ilk kez yenilmiş olmanın ağırlığını taşıyorlardı.
Morgana'nın bakışları, yorgun ve tükenmiş askerlerinin yüzlerinde gezindi. Bazıları diz çöküp ölü yoldaşlarının başında dua ediyor, bazıları ise hâlâ titreyen ellerle kılıçlarını temizlemeye çalışıyordu. Ama onların titreyen ellerinin sebebi sadece soğuk değildi.
İki genç asker, başlarını öne eğmiş, gözlerini hiç kaldırmadan boşluğa bakıyordu. Savaşın ilk kez gerçek yüzünü görmüşlerdi ve bu, onların ruhlarını kemiren bir şeydi. Bir diğeri, sessizce kendi zırhının üzerindeki yanık izlerini parmaklarıyla siliyor, ama ne yaptığının farkında bile değilmiş gibi görünüyordu.
Bu, sadece kaybedilmiş bir savaşın değil, kırılmış bir ruhun kampıydı.
Morgana'nın yüzü ifadesizdi.
Ama içten içe biliyordu…
Bu an, onun askerlerini ya paramparça edecek ya da onları yeniden birleştirecekti.
Düşmüş bir ordu, tekrar ayağa kalkamazsa sadece bir enkaz haline gelirdi. Ve o, Lejyon'un enkaza dönüşmesini izleyemezdi.
Dudaklarını sıkıca kapattı. Rüzgârın külleri savurmasına izin vererek etrafına baktı.
Bu toprakları, yoluna devam eden bir ordunun enkazı olarak mı bırakacaktı, yoksa bu küllerin içinden yeni bir zafer mi doğuracaktı?
Sonunda, boğuk ama keskin sesi kampın sessizliğini yardı:
"Rapor verin."
Savaş alanı, o anda tekrar bir ordu kampı oldu.
Sessizlik içinde bekleyen askerler, başlarını kaldırdı. Subaylar hızla ona doğru yürümeye başladı.
Ve işte o anda, yenilmiş bir ordunun komutanı değil, savaşın küllerinden yeni bir düzen kuracak bir lider vardı.
Lejyon hâlâ yaşıyordu.
Ve bu savaş henüz bitmemişti.
Lejyon subayları hızla Morgana'ya doğru yürüdü. Adımları sertti, omuzları gergin, bakışları öfkeliydi. Kendi içlerinde farklı duygular taşıyor olsalar da hepsinin paylaştığı ortak his, yenilginin ağırlığıydı.
Bir asker savaşta düşebilirdi, bu kaçınılmazdı. Ancak bir ordu, yenilgiyi kabullenirse, işte o zaman gerçekten kaybederdi. Ve şimdi bu subaylar, yenilmiş bir orduya mı, yoksa hâlâ savaşan bir güce mi ait olduklarını bilmiyorlardı.
Morgana sessizce gelenleri izledi. Hepsinin gözlerinden geçen düşünceleri okumaya çalışıyordu. Bazılarının öfkesi, savaş meydanında ölmüş dostlarına duydukları acıdan besleniyordu. Bazılarıysa, düşmana karşı aldıkları bu yenilgiyi hazmedemiyordu. Birkaç adım öne çıkan subaylar, sırayla konuşmaya başladılar.
Genç bir teğmen, hızla Morgana'nın önünde durarak selam verdi. Göğsüne sıkıca yumruk vurarak saygıyla eğildi.
"Rapor! General, geceden bu yana ölü sayımız arttı. Şifacılarımızın kaybından dolayı yaralılarımızın çoğunu iyileştiremiyoruz. Şu an ölü sayımız 700'e yükseldi, yaralılarımız 400 civarında ve 100 kadar askerimiz ağır yaralı. Ölü sayısının artması muhtemel."
Subay, gözlerini yere indirdi. Sesinde hafif bir titreme vardı, ama kendini toparladı ve devam etti:
"Larkan'da yalnızca bir şifacı var: Dük Harold'un kişisel şifacısı. Ancak, Dük ve adamları bize yardım etmeye pek gönüllü görünmüyor. Tek bir şifacının yüzlerce yaralıyı iyileştirmesi, onun hayatından yıllar götürür. O yüzden, bu seçeneğe pek bel bağlayamayız."
Morgana kaşlarını çattı. Dük Harold'un umursamazlığı, Lejyon için büyük bir sorundu. Buraya gelmeden önce Larkan'daki siyasi dengelerin sıkıntılı olduğunu biliyordu, ama şu an savaşın ortasında bununla uğraşacak vakti yoktu.
Subay, konuşmasına devam etti:
"İki büyücümüz var. Onların durumu ağır değil. Aslında manaları tamamen tükendiği için bayılmışlar, ancak birkaç güne kadar kendilerine gelirler."
Bu, hafif de olsa bir avantajdı. Ancak büyücüler toparlanana kadar, Lejyon büyüsüz bir şekilde savaşmak zorunda kalacaktı.
Bu sırada Binbaşı Constansa ileri çıktı. Bedeninin tamamına yayılan öfkeyi dizginlemeye çalışıyordu, ama sesi hâlâ gergindi.
"Bunu böyle bırakamayız General!" diye patladı. Sesi, yanan çadırların harabeleri arasında yankılandı.
"Karşı saldırıya geçmeliyiz! O aşağılık isyancılar hâlâ ormanda saklanıyor olmalı. Daha toparlanamadan üstlerine yürümeliyiz! Eğer şimdi saldırmazsak, toparlanmalarına ve bizi bir kez daha vurma şansı vermiş oluruz."
Sözleri, yanmış toprağın üzerinde yankılanırken, bazı subaylar ona hak verircesine başlarını salladılar. Açıkça görülen bir gerçek vardı: Bu yenilgi sadece kayıp vermek değildi, aynı zamanda onurlarına sürülmüş bir lekeydi. Gallant Lejyonu, geride bırakılan bir ordu değildi. Ama bugün, düşman onları geride bırakmaya zorlamıştı.
Ancak, Binbaşı Yelan bir adım öne çıkarak konuştu. Siyah saçları rüzgârda hafifçe dalgalanıyordu. Sesi ölçülü, ama soğuk bir bıçak gibi keskindi.
"Böyle aceleyle hareket edemeyiz."
Gözleri, doğrudan Morgana'nınkilere kilitlenmişti. O, savaşın yalnızca sıcak anında değil, sonrasında kazananın kim olacağını hesaplayan bir kadındı.
"Büyücülerimizi ve şifacılarımızı kaybettik. Lejyon tükenmiş durumda. Eğer şimdi saldırırsak, onları yok etmek yerine kendimizi daha da zayıf düşürürüz. Henüz toparlanmadık."
Sessizlik.
Rüzgâr, kampın üzerinde küllerle oynadı. Birkaç subayın ifadesi değişti. Bazılarının öfkesi hafifledi, bazılarının ise daha da arttı.
Morgana, sessizce Constansa'dan Yelan'a, sonra diğer subaylarına baktı.
Binbaşı Mercante, belli ki Constansa'nın öfkesiyle Yelan'ın mantığı arasında gidip geliyordu. Kaşlarını çatmış, yere bakıyordu. Bir noktada ayağıyla toprağa vurdu ve dişlerinin arasından bir cümle fısıldadı:
"Belki bir orta yol vardır."
Morgana, hafifçe başını eğdi.
Bu tartışmanın bir anlamı yoktu. Savaş kaybedilmişti. Ama bu savaşın gidişatını değiştirebilecek olan şey, bundan sonra verilecek karardı.
Ellerini arkasında kavuşturdu. Gözleri, subaylarını tek tek süzüyordu.
Sonra, yavaşça konuştu:
"Ne burada çürümeyi ne de kör bir şekilde ormana dalmayı göze alabiliriz."
Sesi, savaş alanının küllerinin arasından geçerek yankılandı.
Askerler, komutanlarının her kelimesini dikkatle dinliyordu.
Bir an için konuşmadı.
Sonra, çelik gibi sert gözlerini yere indirerek toprağa parmaklarıyla çizmeye başladı.
"İsyancılar şu an bir zafer kazandıklarını düşünüyorlar."
Parmaklarıyla toprağın üzerinde ilerledi. Lejyonun yürüyüş yollarını, düşmanın saklanabileceği noktaları işaret etti.
"Bu baskınla bozguna uğradığımızı düşündükleri için bizi güçsüz ve zayıf zannederek kendilerini güvene alacaklar. Ancak biz onların beklediği gibi davranmayacağız."
Subayların gözleri haritaya kaydı. Kimileri başını eğip düşündü, kimileri ise nefeslerini tuttu.
Sonunda, Morgana başını kaldırarak subaylarına baktı.
"Gerilla savaşına karşı gerilla taktikleriyle hareket edeceğiz."
Binbaşı Mercante, Morgana'nın soğukkanlı ve hesaplı bakışlarını görünce içgüdüsel olarak dik durdu. Generalin yüzündeki o sert ve acımasız gülümseme, bir kararın çoktan verildiğini gösteriyordu.
"Ne öneriyorsunuz, General?" diye sordu Mercante, sesi sorgulayıcı ama saygılıydı.
Morgana, eldivenli parmaklarını çenesine götürdü, bir an gözlerini kıstı.
"Onlar bizi gece baskınıyla vurdular." Sesi, savaş alanına çöken küller kadar soğuktu. "Şimdi biz de onları gece baskınıyla hazırlıksız yakalayacağız. Ancak biz onların aksine geri çekilmeyeceğiz. Onları tamamen yok edeceğiz."
Sözleri bittiğinde kampın içinde soğuk bir rüzgâr esti. Subaylar arasında bir dalgalanma oldu. Birkaç kişi başını kaldırıp ona baktı, kimileri ise sessizce yere odaklandı. Bu, Morgana'dan bekledikleri bir karardı. Ama… nasıl?
Binbaşı Mercante, kollarını göğsünde birleştirerek düşündü. "General, büyücülerimiz olmadan böyle bir baskınla biz de büyük kayıplar verebiliriz. Düşman büyücüsü oldukça güçlü ve hayatta kalmayı başardı. Eğer düşman planlarımızın aksine bizim saldırımıza hazırlıklı çıkarsa, daha büyük bir bozguna uğrayabiliriz."
Sessizlik.
Binbaşı Yelan, Mercante'nin sözlerini tartarak başını eğdi. Sonra kaşlarını kaldırarak konuştu.
"Belki de ilk planımıza uygun olarak Lejyon ana yoldan Elnar'a ilerleyerek düşmanın dikkatini dağıtır. Bu sırada hava kararınca birkaç kohort düşman kampına baskın yaparak onları hazırlıksız yakalar."
Morgana, gözlerini kısarak düşündü. Mantıklıydı. Ancak eksikleri vardı.
Binbaşı Constansa, subayların tartışmasını dinlerken ellerini beline koydu, burnundan derin bir nefes aldı. Öfkesini bastırmıştı ama hâlâ sabırsızdı.
"Bu şekilde baskın yapan kohort baskın anında düşmanın bozguna uğramamasıyla veya hızlı toparlanarak karşı koymasıyla yalnız kalabilir." Kaşlarını çattı. "Böyle bir plan için baskına ancak iki kohort gönderebiliriz ki bu da iki bin asker demek olur. İsyancıların ise en az elli bin askeri olduğuna eminiz. Böyle bir durumda ana yoldaki Lejyonun baskına katılan kohortlara zamanında yetişmesi zor olur ve iki kohort yalnız kalırsa askerlerimizi boşa feda ederiz."
Sonra, bir an duraksayıp düşündü. "Bence tüm kohortlarla Therion'da kullandığımız örümcek ağı taktiğiyle kampı sarabiliriz."
Bir anda subaylar arasında mırıldanmalar başladı. Örümcek ağı…
Binbaşı Mercante, Constansa'nın önerisini tartarak başını kaldırdı. "Örümcek taktiği mantıklı olabilirdi ancak bu taktik için on kohorta ihtiyacımız var. Ölü ve yaralılarla beraber şu an da savaşa sekiz tam kohort ve bir yarım kohort hazırlayabiliriz. Bu da örümcek ağının etkili olmayacağı anlamına gelir. Özellikle aradaki sayı farkı bu kadar fazla olunca."
Gözlerini kısa bir süre Morgana'ya çevirdi, sonra kısık sesle ekledi: "Belki de Dük'ten yardım isteyebiliriz."
Örümcek ağı taktiği, Orgeneral Argus'un geliştirdiği, düşmanı tamamen kuşatma ve merkezden dışa doğru sıkıştırarak yok etme prensibine dayalı bir stratejiydi. Ancak bu taktik Lejyonun tam gücüyle sahada olduğu bir savaş düzeni için tasarlanmıştı. Lejyonlar on bin askerden oluşurdu ve her lejyon biner kişilik on kohorttan oluşurdu. Şu an ise ellerinde daha az adam, daha fazla düşman ve daha fazla bilinmeyen faktör vardı.
Sessizlik çöktü.
Subaylar tekrar düşüncelere dalarken Morgana, tüm önerileri aklında tartıyordu. Subaylarının hepsi deneyimliydi. Her biri savaşın başka bir yönünü görüyordu. Ama hiçbiri, şu an ellerindeki durumu lehlerine çevirmenin kesin yolunu sunamamıştı.
O anda, Jaksen'in sesi bu sessizliği kesti.
"General?"
Morgana, Jaksen'in sesine doğru döndü. Genç adam biraz çekingen, ama bir o kadar da kendinden emin bir şekilde konuşmaya hazırlanıyordu. Subayların bakışları ona döndüğünde hafifçe boğazını temizledi.
"Belki de düşman kampının etrafını sararak, çevresindeki ormanı ateşe verebilir ve bir yangın başlatabiliriz."
Sözler havada yankılandı.
Subaylardan bazıları kaşlarını çattı, bazıları ise kaşlarını kaldırdı. Ancak hiçbiri alaycı bir tavır göstermedi. Çünkü Jaksen'in önerisi, en azından dikkate alınması gereken bir şeydi.
Jaksen derin bir nefes aldı ve devam etti:
"Örümcek taktiğinizi eğer doğru anladıysam düşmanın etrafını sardığınız bir taktik. Aynı taktikle düşmanın etrafını sararız ve sardığımız noktadan itibaren bir yangın başlatırız."
"Yangının yalnızca belirli bir alanda ilerlemesini sağlamak için arka taraftaki otları yolup ağaçları keseriz. Böylece yangın tüm ormana yayılmaz ve yalnızca etrafını sardığımız bölgede ilerler."
Binbaşı Constansa, kaşlarını çattı ancak bir noktada gülümseyerek kollarını göğsüne koydu. Jaksenin planını az çok anlamıştı ancak bu genç adamdan böyle bir plan beklemiyordu. Onu test etmeyi denedi ve sordu; "Ve düşman kampı alevler içinde kaldığında, biz ne yapacağız? Onları yanarken mi izleyeceğiz?"
Jaksen başını salladı.
"Hayır. Yangın kampa ulaşınca isyancılar düzenlerini kaybeder. Öncelikleri savaş değil, hayatta kalmak olur."
"Panikle kaçmaya çalıştıklarında, süvarilerimiz onları hazırlıksız yakalar ve bozguna uğratır. Kalan piyadeler de kaçan düşmanları temizler."
Morgana gözlerini kıstı. Planın mantıklı olduğunu görebiliyordu. Ama riskleri de barizdi.
"Ve rüzgâr yön değiştirirse?" diye sordu, sesi her zamanki gibi ölçülüydü.
Jaksen, doğrudan Morgana'nın gözlerine baktı.
"İki büyücümüz var. Onlar rüzgârın yönünü kontrol edebilir."
Sessizlik.
Subaylar, bir an birbirlerine bakıp bu ihtimali tarttılar. Gerçekten… eğer büyücüler yangının yönünü kontrol edebilirse…
Binbaşı Yelan, başını hafifçe sallayarak konuştu.
"Büyüyle desteklenen bir yangın… kontrollü olabilir."
Morgana düşünceler içinde bir süre sessiz kaldı.
Bu plan, eğer doğru uygulanırsa, düşmanın tamamen hazırlıksız yakalanmasını sağlayabilirdi. Ancak bu, riskin olmadığı anlamına gelmiyordu. Eğer yangın kontrolden çıkarsa, kendi birlikleri de bundan zarar görebilirdi.
Ama öte yandan…
Onların şansı kalmamıştı.
Sonunda, Morgana başını kaldırdı ve emirlerini verdi.
"Bu planı uygulayacağız."
Binbaşı Constansa gülümsedi. "Ateşle geldiler. Ateşle yok olacaklar."
Mercante başını eğdi. "Onaylıyorum. En azından bu şekilde savaşı kontrol edebiliriz."
Morgana derin bir nefes aldı ve çelik gibi bir sesle konuştu:
"Üç gün içinde harekete geçiyoruz."
Subaylar hızla emirleri yerine getirmek için dağıldı.
Ve Jaksen, Morgana'nın bakışlarını üzerinde hissetti.
"Bunu asla unutma, Jaksen." dedi Morgana. "Ateş yalnızca bir silah değildir. Kontrol edemezsen, seni de yakar."