ZEVK SARAYI

Chapter 82: 20



Bir sabah avluda, balıkçı teknelerinden dönüş yapan ekiple sohbet ederken Ehter, "Artık buradan çıkmak istemiyorsun, değil mi?" diye fısıldadı Sely'ye. Sely gülümsedi, "İstemiyorum. Senin ve buradaki insanların bana kazandırdığı çok şey var. Sanırım ben de onlara bir şeyler kattım," dedi. Ehter, "Peki Tamul Krallığı ya da kendi krallığın? Oraya dönmeyecek misin?" diye merakla sordu. Sely, gözlerinde hafif bir gölgeyle, "Ben dünyayı yeterince dolaştım. Bu durak benim için yeni bir ev olabilir," diye sesini alçalttı. Bu sözler Ehter'i hem heyecanlandırdı hem de duygulandırdı.

Kale içinde "Sely ve Ehter çok yakışıyor" lafları iyice yaygınlaşmıştı. Kimi, "Bu ikili olmasa kışın ortasında bu kadar kolay ayakta kalamazdık," diyordu. Özellikle Sely'nin gizemli güçleri (tam anlamıyla bilinmese de) koca bir orduyu püskürtmüş, saldırıları durdurmuş, tekne sabotajını engellemişti. "Biricik kurtarıcımız" diyenler bile çıkıyordu. Ehter kendini huzurlu hissediyor, Sely de "Gün geçtikçe burayla bütünleşiyorum," diyordu.

Bir akşam yine laboratuvarda, kandil ışığında otururken Ehter "Sana dokunamadığım dövüş antrenmanlarını hatırlıyor musun?" diye sordu. Sely yüzünde muzır bir ifadeyle, "Hepsinde kaybediyorsun," dedi. Ehter gülerek "Bir gün mutlaka kazanacağım," derken Sely "Belki ben izin verirsem," diye kıkırdadı. Ehter, "Bilgi paylaşımın olmasa, yarım kalırdım. Sen bu kaleye çok değer kattın," diye ciddi bir ifadeyle ekledi. Sely "Sen de benim gezdiğim dünyalara bir son durak kattın. Bir daha yola çıkmak ister miyim bilmiyorum," diyerek samimi yanıtladı.

Tam o sırada Hannle içeri girip "Bu gece yine nöbetçiyiz, efendim," diye hatırlatma yaptı. "Kötü bir haber yok ama yine de dikkat elden bırakmıyoruz." Ehter "Teşekkürler Hannle," diyerek onu uğurladı. Sonra Sely'ye döndü, "Bir gün oraya, saraya, babamın yanına gideceğim belki. Desteğine ihtiyacım var," dedi. Sely, "Elbette. Kim bilir, belki babanı kurtarırsın, belki de kurtarılacak hali kalmamıştır," diye içini çekti. Ehter, "Göreceğiz," diyerek konuyu kapattı. Sonra ince parmaklarını Sely'nin eline götürdü, göz göze geldiler. "İyi ki buradasın," dedi Ehter kısık sesle. Sely de hafifçe başını eğerek, "Ben de memnunum," yanıtını verdi. Dünyadaki tüm fırtınaları dindiren kısa bir andı bu.

Ertesi sabah, havanın buz gibi soğuğu kale avlusuna vurduğunda, pek çok iş aksamadan devam ediyordu. Kimi ustalar çarklı kapı sistemine son dokunuşlar yapıyor, kimisi surlarda yeni devriye alanları düzenliyordu. Balıkçı tekneleri, kışın azalan verime rağmen pademia'ya sefer düzenliyordu. Sely, "Hızlı kız" lâkabıyla atölyelerde ışık hızında iş bitiriyordu, Ehter ise gündüzleri labirent gibi oradan oraya koşan bir yöneticiye dönüşmüştü. Arada "Kule atış testine" dahil oluyor, arada Sely'yle minik dövüş antrenmanları yapıyordu.

Günler böyle geçip gitse de, kraliçe ve Kral Minho'nun durumu belirsizdi. Kaçan iki askerin anlattıklarına göre saraya "Pembe saçlı bir kâbus var" diye rapor verildiği kesindi. Celenia belki bir büyük saldırı planlar, belki Ehter'e suikastçılar gönderir, ama her deneme bir şekilde Sely'nin büyü gücüyle engelleniyordu. Zamanla saray, "Oraya yaklaşma" demeye bile başlamış olabilirdi. Bu, Ehter ve Sely'ye "Geçici de olsa rahatlık" sağlıyordu.

Ehter, bir akşam yemeğinde Sely'e dönerek "Belki o su değirmenini bahar gelmeden kuramayız, ama gerisini hızla ilerlettik. Sayende kale teknolojik olarak beklenmedik şekilde gelişti," dedi. Sely de "Bana pembe başlı tavşan diyorlar, her işi hızla bitirdiğim için," diye gülümseyerek yanıtladı. "Hoşuma gidiyor." Ehter, "Bana da 'sürgün prensi' diyorlardı, ama şimdi daha çok 'kalemizin hükümdarı' diyorlar," diye hafif bir gururla belirtti. Sely, "Hükümdar? Sana uygun," dedi sırıtarak.

O gece, kışın sert soğuğunu avlu ateşinde atlatmaya çalışan kalabalığın arasından geçerek laboratuvara çekildiler. Uzun soluklu bir sohbetin ardından Ehter yine Sely'nin çizimlerine, notlarına göz attı. "Haritalar, bilgiler, anılar," dedi defterin sayfalarını karıştırırken. Sely, "Hepsi benim gezi arşivim. Dünyanın dört bir köşesinde öğrendiklerim," diye açıklarken Ehter "Ben bu kadar farklı şeyi bir ömre sığdıramam," dedi. Sely, "Belki bir gün birlikte devam ederiz. Şu nehrin güneyine, ya da kuzey batıya," diyerek göz kırptı.

Ehter, yorgun omuzlarını masaya yaslayarak, "Tüm bu karmaşa biterse, neden olmasın. Babamı kurtarmak ya da en azından gerçeği öğrenmek istiyorum," diye ekledi. Sely başını eğip Ehter'in gözlerine baktı, "İstersen… bana güven." Ehter mahcupça gülümsedi, "Elbette güveniyorum." O an sanki ikisi de daha fazlasını söylemek istese de söylemedi. Belki bir dokunuş, bir öpücük, bir sarılma… Ama şimdilik sözsüz kaldılar.

Sabah olduğunda, surlara yeni devriye yazılmış, atölyeler yine cıvıl cıvıl, Ehter kalabalıkla meşgulken Sely bir yerde minik bir çocuğa yardım ediyor, elinde çekiç göstererek "Bak, şöyle vur," diye öğretiyordu. Çocuk hayranlıkla bakıyor, "Pembe saçlı abla, sen çok hızlısın," diyordu. Sely kahkahayla, "Ne yapalım, tavşanım," diyerek karşılık veriyordu. Kale, Sely'nin gelişiyle hem hızlanmış hem de büyümüş, Ehter'in varlığı yücelmişti. Kimse bilmezdi ki Sely'nin asıl kimliği, o mor dikdörtgen taşın sırrı, ve tam kapasite kullansa neler yapabileceği. Belki yakın gelecekte bu dünya gerçeği görecekti.

Kış, yağan ince kar taneleriyle kaleyi bembeyaz süslemeye başlayıp, taş duvarlar üzerinde sessiz bir huzur yansıtırken, Ehter surlardan kar manzarasını izledi. Yanında Sely vardı. "Burada kalmazsan üşütebilirsin," dedi Ehter. Sely, "Merak etme, üşümem ben," diye güldü. "Yani… senin yanında," diye ekledi, gözlerinde minik bir utanma parıltısıyla. Ehter de "Hadi gel içeri," diyerek hafif bir jest yaptı. Belki bu defa, ikisi ardı ardına sur merdivenlerinden inip kalenin sıcak koridorlarına daldılar.

Zaman böyle akıp giderken, kale yavaşça kendi "Teknolojik" devrimini yaşıyor, insanların dilinde Sely ve Ehter "tahtın hayali sahibi" gibi anılıyordu. Kimilerine göre Ehter sürgün prensi değil, gerçekte hak ettiği tahtı buraya taşımış bir hükümdardı. Kimilerine göreyse Sely, gizemli bir tanrıça veya doğaüstü güçleri olan "koruyucu." Üç, dört, beş ay böyle geçse, saraya ulaşan haberlerle kraliçe belki daha da öfkelenir, yeni planlar kurardı. Ama Ehter'le Sely, "Ne yaparsa yapsın," dercesine, pembe saçlı tavşanın ölümcül hızına ve Ehter'in mekanik zekâsına güveniyordu.

Bir akşam Sely, Ehter'e bakarak uzun soluklu bir cümle kurdu: "Ben bu dünyada çok yer gezdim. Ama ilk kez bir yere ait hissediyorum. Kış belki senin sürgününü daha zorlu kılacak ama ben de yanındayım." Ehter gözlerinde bir sevinçle "Neden?" diye sordu. Sely, "Ne bileyim, seninle güzel." Ehter'in kalbi ısındı, "Ben de öyle hissediyorum," dedi kısık sesle. Bu cümle, belki duyulmazcasına fısıldanmıştı ama birbirlerini anlıyorlardı.

Aynı gece, pencereden dışarı bakarken Ehter aklından geçenleri sesli dile getirdi: "Sana dokunmaya çalışmaktan öte, sana iyice bağlandım," diye mırıldandı. Sely, "Ben de," diyerek gülümsedi. Belki ileride "resmen bir çift olmaya" gidecek yol buydu. Şimdilik sadece gizli bir duygusal bağ, derin bir arkadaşlık ve dev bir ortaklık onları birleştiriyordu. Zaman her şeyi daha da yakınlaştıracaktı.

Gelecekte Conrackt Krallığı'yla yeniden çatışmalar gündeme gelebilir, Minho'nun deliliği bir devinim yaratabilirdi. Fakat Ehter ve Sely, şimdilik kışı sıcacık bir dayanışmayla geçireceklerdi. Kalelerindeki ustalarla çalışıp, kış ortasında bile yeni projelere girişecek, Sely'nin "pembe başlı tavşan" lakabıyla hız kattığı iş gücünü sürdüreceklerdi. Avludaki çocuklar "Hadi, bir an önce bitsin," diye Sely'ye seslendiğinde, "Tamam bakalım, bir çırpıda hallederiz," diye gülümseyip işe koyuluyordu. Ehter kenardan izlerken, "Bu kadının sırrı ne," diyordu.

Günün sonunda, surlarda meşalelerle nöbet devriyesi sürerken Ehter laboratuvarına Sely'yle dönüyor, belki kapıyı kapatıp sessiz bir köşede sohbete dalıyorlardı. Ehter "Yarın yine eğitim mi?" diye sorduğunda Sely yaramazca sırıtıp, "Evet, bana dokunmaya çalış. Dokunabilirsen büyük ödül senin," diye söz verdi. Ehter "Ne ödülü?" diye merak etti, Sely hafifçe gözlerini devirdi, "Belki bir gün kâfi," dedi. Ehter heyecandan ne diyeceğini şaşırdı. Sanki duygusal bir anlamı da olan bir söz gibi geldi ona.

Böylece kışın ortasında, masalsı bir güçle donatılmış "pembe saçlı prenses," sürgün prensi Ehter'in kalbinde ve kalede yeni bir geleceğin parçası olmaya devam etti. Dış dünyada fırtınalar kopuyor, sarayda kraliçe sinsice yeni hamleler planlıyor, Kral Minho'nun akıbeti bilinmezlik içinde çöküyordu. Oysa Sanor Kalesi, Ehter ve Sely'nin elinde büyüyor, gelişiyor, "Teknoloji ve savunma üssü" halini alıyordu. Geceleri kandil ve meşale ışığında laboratuvarda gölgeleri yan yana görülen o iki insanın, belki de tüm krallığın kaderini değiştirecek bir efsaneyi yazdığından kimsenin haberi yoktu. Ama kale halkı, "Bu ikiliye kimse meydan okuyamaz," diyerek onlara gönüllerini veriyor, sabahları gülerek "Günaydın Prens, günaydın Pembe Tavşan," diye selamlıyorlardı.

Ehter, surların üzerindeki küçük bir mazgaldan bakarken yanında Sely durdu, "Bir şey mi düşünüyorsun?" diye sordu. Ehter, "Evet, belki uzun süre burada kalıp burayı geliştireceğiz. Sonra… Nehrin güneyine bir keşif yolculuğu… Kim bilir?" Sely, saçlarındaki pembe buklelerini düzeltip "Ben varım," dedi. Ela gözlerinde yine bir gizem parıltısı. Ehter, "Ama babam? Saray? Eh…" Sely, Ehter'in cümlesini keserek, "Şimdilik keyfimize bakalım. Hem belki bir gün, şu meşhur su değirmenini kurduğunda, her şey daha da güzelleşecek." Ehter gülümsedi, "Kesinlikle," diye tekrarladı. İçindeki tedirginliği bastırırken Sely'nin sıcaklığını hissetmek, ona yeniden güç veriyordu.

Kalenin taş merdivenlerinde kar küren çocukların sesi, arka planda demirhanede ateş körükleyen ustaların uğultusu, kapı çark sisteminin son parçalarını taşımaya çalışan işçilerin ayak sesleri duyuluyordu. Sely adeta bir sihirle işlerin yarısını hızlandırmış, Ehter de mekanik ustalığıyla kaleyi sürgün yerinden bir çekim merkezi hâline getirmişti. Böylece kış tüm soğukluğuyla bastırsa da, Sanor Kalesi'nin içinde ümit ve ilerleme ateşi yanmaya devam etti. Surun tepesinde, Ehter'le Sely, sessizce "Belki de hiçbir güç bize dokunamaz," diye düşünüyordu. İkisinin ortak macerası, şimdilik kışın buzlu örtüsü altında ama gelecekte patlamaya hazır tomurcuk gibi bir noktada bekliyordu. Minho'nun delilik hâli, Kraliçe Celenia'nın öfkesi, Conrackt Krallığı'nın kılıcı, Tamul Krallığı'nın esrarı… Bu öykünün her parçası gizemli bir bulmacanın parçasıydı. Ve pembe saçlı tavşan ile sürgün prensi, birlikte her şeyi göğüsleyeceklermiş gibi.

Rüzgar Sanor Kalesi'nin etrafında hüzünlü bir melodi uluyor, buzlu nefesi eski taş işçiliğindeki dar boşluklardan ıslık çalıyor. Kalın, bozulmamış bir battaniye olan kar, engebeli manzarayı örtüyor ve tanıdık araziyi nefes kesici, ancak affedici olmayan bir kış harikalar diyarına dönüştürüyor. Ancak kalenin içinde, Ehter Conrackt'ın çalışma odasının ocağında sıcak bir ateş neşeyle çıtırdıyor, parşömenlerle ve yarı bitmiş deneylerle kaplı duvarlara dans eden gölgeler düşürüyor. Havada hafif bir parşömen, odun dumanı ve kurutulmuş otların hafif tatlılığı var.

Sürgündeki Prens Ehter, haritalar, çizelgeler ve titizlikle etiketlenmiş şişelerle dolu bir masanın üzerinde kambur bir şekilde oturuyor. Mürekkebi yaşla solmuş, özellikle kırılgan bir parşömen parçasını incelerken kaşları konsantrasyonla çatılmış. Genellikle düzgün taranmış koyu saçları hafifçe dağınıktır, araştırmasına harcadığı uzun saatlerin bir kanıtıdır. Hafif ışık, unutulmuş soyunun ve taşıdığı zehirli mirasın sessiz bir hatırlatıcısı olarak hizmet eden basit bir bant olan parmağındaki gümüş yüzükten parıldar. Kırık bir kupadan ılık çay yudumlarken bakışları uzaklarda, Sanor ile uzak Pademia şehri arasındaki bir ticaret yolunun karmaşık ayrıntılarında kaybolmuştur. Sanor'un hayatta kalması için çok önemli olan bu ticaret yolunun başarısı omuzlarına yüklenmiştir.

Odanın karşısında, Selly Bravegod yıpranmış bir koltuğa kıvrılmış bir şekilde oturuyor, canlı pembe saçları çalışma odasının soluk tonlarıyla keskin bir tezat oluşturuyor. Kırmızı defteri kucağında açık duruyor, sayfaları kesin çizimler ve gözlemlerle dolu - kalenin mimarisinin çizimleri, yerel bitki örtüsünün titiz çizimleri ve hatta yeni kurulan sulama sisteminin ayrıntılı diyagramları. Ara sıra yukarı bakıyor, parlak gözleri Ehter'inkilerle buluşuyor ve paylaştıkları alanın sessiz bir kabulü oluyor, ardından detaylı gözlemlerine geri dönüyor. Aralarındaki söylenmemiş sözler havada ağır bir şekilde asılı kalıyor, sadece çıtırdayan ateş ve rüzgarın fısıltısı tarafından noktalanan rahat bir sessizlik. Yumuşak bir şekilde melodisiz bir melodi mırıldanıyor, parmakları günlüğünün kapağındaki karmaşık desenleri takip ediyor. Paylaştıkları alanın sessiz yakınlığı rahatsız edilmemiş, kırılgan ama derin, aralarında sessizce çiçek açan bağın bir kanıtı. Yaklaşan kış tarafından henüz sınanabilecek bir bağ - ve belki de mevsimin buzlu tutuşundan çok daha önemli bir şey tarafından. Bazı otların azalan tedariği hafif bir endişeye neden oluyor ve yakında bir çözüm bulunmalı...

Dışarıdaki dönen kar tanelerinin büyüsüne kapılan Ehter, bakışlarını kırılgan parşömenden uzaklaştırıyor. Dudaklarından bir iç çekiş kaçıyor, rüzgarın ağıtında kaybolan yumuşak bir ses. Selly'ye dönüyor, canlı pembe saçları odanın soluk grilerine karşı bir renk sıçraması. Gözleri buluşuyor ve aralarında ortak bir anlayış geçiyor, kelimelerden daha eski sessiz bir konuşma. Selly, adamın tavrındaki değişimi hissederek, not defterini yumuşak bir şaklamayla kapatıyor, kırmızı deri kapak ateş ışığında parlıyor.

Öne eğiliyor, dikkati tamamen onun üzerinde, her zamanki şakacı enerjisi sessiz bir yoğunlukla yer değiştiriyor. Konuşmaları yavaşça gelişiyor, tereddütlü kelimelerin ve dile getirilmeyen duyguların nazik bir dansı. Söylenmeyen duyguların ağırlığı, geçmişlerinin paylaşılan yükleri ve aralarında çiçek açan sessiz umut, aralarındaki boşluğu dolduruyor. Ateş çıtırdarken ve dışarıda rüzgar fısıldarken, Ehter, sesi zar zor bir fısıltıyken, en derin arzusunu utangaç bir şekilde dile getirir: Hayatını Selly'ninkiyle birleştirmek. Kelimeler havada asılı kalır, kırılgan ama derin, yıllarca paylaşılan sessizliklerden ve büyüyen sevgiden doğan bir itiraf.

Selly'nin gözleri yaşarır, neşe ve rahatlama karışımı yüz hatlarını kaplar. Tek bir olumlu hareketle başını sallar, kabulünü fısıldarken sesi hafifçe titrer. Söylenmemiş arzu sonunda sesini bulur ve karşılıklı aşk ortak bir geleceğe doğru çiçek açar. Sonraki birkaç gün sessiz hazırlıkların telaşıyla geçer. Haber şatoda yayılır, fısıltılar ve heyecanlı bakışlar devam eder.

Sonra kapı hızla açılır ve Hannle ve Gaddle, Ehter'e yakın birkaç kişiyle birlikte içeri dalar, yüzleri heyecan ve neşeyle aydınlanır. Başlangıçta Sanor'un sıkı sıkıya bağlı topluluğu arasında sessiz bir olay olarak tasarlanan basit düğün hazırlıkları, hızla çok daha ayrıntılı bir şeye, kale duvarları içinde büyüyen mutluluğu yansıtan neşeli bir kutlamaya dönüşür. Hazırlıklar devam eder, paylaşılan bir sevgi ve topluluk duygusuyla beslenen mutlu bir faaliyet telaşı, zaten güzel olan Sanor Kalesi'ni daha da büyük bir sıcaklık ve umut yerine dönüştürür. Bir zamanlar sade olan kale duvarları şimdi beklenti ve canlı bir enerjiyle uğultu yapar, daha parlak bir gelecek vaat eden bir birlikteliği öngörür. 


Tip: You can use left, right, A and D keyboard keys to browse between chapters.