Chapter 85: 2
Shen, aniden içinde bulunduğu mekanın farkına vardı. Önce havayı hissetti—sanki dünya ile gökyüzü arasındaki bir sınırda duruyormuş gibi hafif ve eterikti. Hava, hafifçe altın rengine çalan bir sisle kaplıydı ve ışık dalgalar halinde hareket ediyordu. Atmosfer, bildiği her şeyden farklıydı. Burada fizik kuralları tam anlamıyla işlemez gibi görünüyordu; ayaklarının altında taş zemin vardı ama aynı zamanda yerçekimi çok hafif hissediliyordu. Çevresine bakındığında, devasa sütunlarla çevrili büyük bir avlunun ortasında durduğunu fark etti.
Sütunların üzerinde oymalar vardı—ama bunlar yalnızca taş süslemeleri değildi. Oymalar bir süre gözle görülebilirken, sonra içlerinden ışık dalgaları akıyordu. Shen, bu çizgilerin değiştiğini fark etti; semboller, yazıya dönüşüyor, yazılar hareket ediyor ve tekrar sembollere dönüşüyordu. Tıpkı canlı bir varlık gibi...
Burası, gerçekten de bir manastır gibiydi. Ama bu manastır, göksel bir varlığın inşa ettiği ve tamamen farklı bir boyuta ait olan bir yerdi. Sadece taşlardan değil, enerjiden de yapılmış gibi duruyordu. Sütunlar arasında, uzun cüppeler giymiş bazı figürler yürüyordu. Sessizdiler ama hareketleri bilinçliydi; hepsi, burada olmanın bilincinde olan varlıklar gibi duruyordu. Kimi ellerini havaya kaldırarak dua benzeri bir meditasyon yapıyor, kimi ise Shen'in anlamadığı formlar çizerek enerjiyi yönlendiriyordu.
Shen, bir an için, buraya yanlışlıkla gelmiş olabileceğini düşündü. Gerçekten buraya ait miydi? Onun buradaki diğer varlıklar kadar bilgisi ya da gücü yoktu. O sadece... seçilmişti. Ama neden?
Tam bu düşünceler zihnini sararken, uzun, beyaz bir cübbeye bürünmüş bir figür yaklaştı. Yüzü tam olarak net değildi—sanki bir tür enerji örtüsü altındaydı ama bu bir maske değil, varlığının doğal bir hali gibiydi. Sesini duyduğunda, Shen içindeki tüm titreşimlerin nasıl değiştiğini hissetti.
"Yeni gelen," dedi figür. Sesi derin, sakin ama aynı zamanda neredeyse şarkı söyler gibi bir ahenge sahipti. "Bizi bulman kaderin değil, çağrın oldu."
Shen, hafifçe yutkundu. "Beni eğitmen gönderdi. Dedi ki... koruyucu olacağım."
Figür başını eğdi. "O zaman doğru yerdesin." Shen'in etrafındaki alanı inceledi. "İçindeki ışığı fark ettin mi?"
Shen, istemsizce avuçlarına baktı. Parmak uçlarında hala o soluk mavi ışık vardı. Ama buraya geldiğinden beri, bir şey değişmiş gibi hissediyordu. Daha yoğundu. Daha... köklüydü.
"Bu ışık," dedi figür, "yalnızca bir başlangıç. Senin içindeki enerji, koruyucuların kadim bilgisiyle uyumlu. Ama bu, yalnızca bir armağan değil, aynı zamanda bir sorumluluk."
Shen, bu sözlerin ağırlığını hissetti. "Peki, ne yapmam gerekiyor?"
Figür hafifçe başını eğdi. "Öncelikle, hissetmeyi öğrenmelisin. Enerjiyi yönlendirmek, onu kavramaktan sonra gelir." Elini kaldırdı ve avuç içinde bir ışık belirdi—Shen'inkine çok benzer ama daha yoğun, daha saf.
"Bu, göksel ilmin özüdür," dedi. "Biz, koruyucular, evrenin denge noktalarıyız. Bilgi yalnızca bir güç değildir; aynı zamanda bir yön, bir pusula gibidir. Burada, öğreneceğin ilk şey, enerjiyi yalnızca kontrol etmek değil, onunla bir olmaktır."
Shen, derin bir nefes aldı. İçinde, önceki şüphelerinin yerini yavaş yavaş merak ve kabullenme alıyordu. Burası garipti, bilinmezdi ama bir şekilde, sanki buraya çağrılmış gibi hissediyordu. Belki de eğitmenin dediği doğruydu—o zaten buraya aitti, sadece bunu fark etmesi zaman almıştı.
Figür döndü ve onu takip etmesini işaret etti. Shen, tereddüt etmeden arkasından yürüdü. Önünde, sonsuz bir öğrenme yolculuğunun kapıları açılıyordu. Bu, sadece bir eğitimin başlangıcı değil, aynı zamanda kaderinin ilk adımıydı.
Shen, Göksel Büyü Evi'nin önünde durup gözlerini yukarı kaldırdı. Burası, her ne kadar bir manastır olarak tanımlansa da, bilinen hiçbir tapınağa ya da ibadethaneye benzemiyordu. Yapının dışı, mat tonlarda turuncu, eflatun ve kapalı yeşil renklerinde yükseliyordu. Yüzeyi, sürekli değişiyormuş gibi bir his veriyordu; ışığın açısına göre dokusu ve rengi değişen garip bir taş ya da metalden yapılmış gibiydi. Gözlerini fazla odakladığında, yüzeyin neredeyse akışkanmış gibi titreştiğini fark etti.
Etraflarında devasa ışık sütunları vardı. Bunların hepsi sabit durmuyordu; bazıları hafifçe eğiliyor, kimileri titreyerek yoğunlaşıyor, sonra tekrar eski haline dönüyordu. Shen, bu devasa yapıların bir çeşit enerji ile beslendiğini düşündü. Belki de buranın gerçek gücü bu sütunlardan geliyordu. Eğitmen, sessizce yürümeye devam etti, Shen de onu takip etti. Işık sütunlarını geçtikten sonra, büyü evinin ana girişine ulaştılar.
Önlerinde devasa bir kapı yükseliyordu. Ama bu kapı normal bir kapı değildi. Üzerinden sürekli yukarıdan aşağıya doğru akan koyu sarı tonlarda bir enerji akışı vardı. Işık gibi ama bir sıvı gibi de hareket eden bu akış, kapıyı neredeyse bir perde gibi örtüyordu. Shen, bir an tereddüt etti. Buraya nasıl gireceklerdi?
Eğitmen, arkaya dönmeden konuştu. "Kapı, yalnızca Göksel İlmin akışını kabul edenleri içeri alır. Senin yolun buradan geçiyor."
Shen, derin bir nefes aldı ve eğitmenin ardından adımını attı.
Tam kapının içinden geçtiğinde, tüm vücudunda keskin bir değişim hissetti. Sanki zemini kaybolmuş, havada süzülmeye başlamıştı. Ama bu süzülme bir özgürlük hissi değil, daha çok dipsiz bir boşluğa düşme hissiydi. Midede aniden oluşan boşluk hissi onu sersemletti, sanki bir anda aşağı doğru çekiliyordu ama hangi yöne gittiğini bile bilmiyordu. Görüşü bulanıklaştı, kulakları uğuldadı. Bir an nefessiz kalacağını düşündü ama sonra, ani bir çekimle kendini tekrar sabit bir zeminde buldu.
Yavaşça gözlerini açtı.
Burası, daha önce gördüğü hiçbir yere benzemiyordu. Gökyüzüne baktığında, parlak beyaz bir ışık tavanı gördü. Ancak bu tavan gerçek bir yapı gibi değildi, daha çok göksel bir yansıma gibiydi, kendi başına parlayan ama asla göz kamaştırmayan bir ışık. Zemine baktığında, onu en çok şaşırtan şey, buranın ne kadar ferahlatıcı bir renge sahip olduğuydu. Açık yeşil tonlarda, yumuşak ama tamamen düz bir zemindi. Doğal olmayan bir doğallık taşıyordu; taş gibi sert değildi, toprak gibi de dağılmıyordu. Üzerine bastığında, sanki her adımı hafifçe yankılanıyormuş gibi bir his vardı.
Etrafına baktığında, alanın çeşitli kapılardan oluştuğunu fark etti. Her biri farklı bir boyutta ve farklı tasarımlara sahipti ama hepsi aynı huzurlu atmosferi yansıtıyordu. Bazı kapılar kavisli ve üzerine yazılar kazınmıştı, bazıları ise ışıkla yapılmış gibiydi—tam anlamıyla fiziksel bir yapısı yoktu ama varlıklarını hissedebiliyordu.
Fakat en dikkat çekici şey, buradaki diğer varlıklardı.
Etrafında, uzun cüppeler giymiş sessiz figürler yürüyordu. Onların sadece birer öğrenci mi yoksa eğitmen mi olduğunu anlayamıyordu çünkü yüzleri gizliydi. Cübbeleri, omuzlarından ayak bileklerine kadar uzanıyor ve tamamen bedenlerini kaplıyordu. Ancak Shen, bu varlıkların içlerinden yayılan ışığı fark etti. Kimi soğuk bir mavi, kimi yumuşak bir altın, kimisi de belirsiz bir beyaz ışıltıya sahipti. Bedenlerinin tam olarak fiziksel olup olmadığını bile kestiremiyordu.
Onlar sessizce yürürken, Shen'in içinden tuhaf bir huzur dalgası geçti. Burası, diğer tüm yerlerden farklıydı. Burada bir baskı hissetmiyordu; her şey doğal bir akış içindeydi. Belki de buranın enerjisi doğrudan sakinleştirici bir etkiye sahipti.
Eğitmen duraksadı ve başını ona çevirdi.
"Burası, Göksel Büyü Evi'nin ana giriş bölgesi. Burada herkes sessizlik içinde çalışır. Bilgi, yalnızca kelimelerle aktarılmaz. Enerjiyle, farkındalıkla, bilinçle aktarılır."
Shen, etrafındaki sessiz varlıklara baktı. Onlar gerçekten de konuşmuyorlardı ama bir şekilde birbirlerini anladıklarını hissediyordu. Sadece varlıklarının bile birbirleriyle bir çeşit iletişim kurduğunu fark etti.
Eğitmen eliyle bir noktayı işaret etti. "Odan burası." Shen'in gözleri, gösterdiği kapıya yöneldi. Sade bir tasarıma sahipti ama kapının yüzeyi hafifçe titreşiyordu. Sanki canlıymış gibi...
"Tu cihazından eğitim vakitlerin ve alacağın eğitimler belirtilecektir," dedi eğitmen. "Lütfen cihazını arada bir kontrol etmeyi unutma."
Shen, kaşlarını kaldırarak hafifçe başını eğdi. Eğitmen, onun bir şey söylemesini beklemeden döndü ve hızla uzaklaştı. Uzun cübbesi havada hafifçe dalgalandı ve kısa süre içinde diğer sessiz figürler arasına karışarak kayboldu.
Shen, tekrar kapıya baktı. Derin bir nefes aldı ve elini uzatarak kapıyı itti.
Kapı, beklediğinden daha yumuşak açıldı ve içeri adımını attığında, bir kez daha tamamen farklı bir atmosferin içine çekildi.
Oda, sade ama tuhaf bir şekilde tamamlanmış görünüyordu. Zemini aynı ferah yeşil tonundaydı, tavanı ise dışarıdaki beyaz ışıkla kaplıydı. Ama en ilginç olan şey, odanın içinde havada süzülen semboller ve figürlerdi. Bu semboller hafifçe hareket ediyor, bazen bir anlam ifade ediyormuş gibi dönüyor, sonra tekrar kayboluyordu.
Odanın tam ortasında küçük bir platform vardı. Yaklaştığında, üzerinde yer çekimine meydan okuyan tuhaf bir taş buldu. Bu taş, hafifçe titreyerek havada süzülüyordu. Shen, dikkatlice elini uzattığında, taşın içinden yayılan bir titreşim hissetti. Onu tuttuğunda, bir an için gözlerinin önünde ışık patlamaları oldu. Bir şeyler beyninin içine akıyordu—kelimeler olmadan, imgelerle anlatılan bir hikaye gibiydi.
Sonra, odanın köşesinde duran küçük bir cihaz dikkatini çekti. Tu cihazı olmalıydı. Eğitmen, bundan bahsetmişti. Shen, cihazı eline aldı ve ekrana baktığında, ona atanan ilk eğitimin programını gördü.
Bu sadece başlangıçtı. Shen, burada olmasının nedenini henüz bilmiyordu, ama bir şekilde, içindeki ışıkla ve buranın enerjisiyle bir bağ hissetmeye başlamıştı.
Burası artık onun dünyasıydı. Ve bu yolculuğun daha yeni başladığını biliyordu.
Shen, tu cihazında belirtilen koordinatlara göre Göksel Bağlanma dersi için gösterilen alana doğru ilerledi. Odanın içindeki huzur dolu atmosfer, dışarı adım attığında bile bedenine işlemiş gibiydi. Etraftaki sessiz figürler, cübbelerinin içinde dingin bir şekilde hareket ediyor, kimi havada süzülen yazılara dokunarak çalışıyor, kimisi ise meditasyon pozisyonunda enerjilerini dengelemeye odaklanıyordu. Shen, yolu boyunca bu atmosferin içine karışmış gibiydi, henüz tam olarak anlamadığı ama bir şekilde ona ait olduğunu hissettiği bir dünyanın derinliklerine adım atıyordu.
Eğitimin yapılacağı alan, önceki yerlerden daha farklı bir atmosferdeydi. Tu cihazının yönlendirdiği yer, yukarı doğru açılan ve tavanı olmayan, gökyüzüyle bütünleşmiş bir eğitim alanıydı. Uçsuz bucaksız bir gök kubbenin altındaydı burası. Shen içeri adım attığında, ilk olarak birkaç kişinin daha burada olduğunu fark etti. Hepsi, tıpkı onun gibi yeni gelenlerdi ve bu eğitime katılacakları belli oluyordu. Yavaşça herkesin durduğu noktaya ilerledi. Şimdi gözlerini yukarıdaki büyük ekrana çevirmişti. Ekranda, onların eğitmeni olacak olan figür belirdi.
Penetalia.
Kadının görüntüsü holografik bir yansıma gibi ekranda belirmişti ama enerji alanı o kadar gerçekçiydi ki, sanki orada birebir bulunuyormuş gibi hissediliyordu. Opal renkli, geniş kesimli, kraliçelere yakışır ihtişamda bir kıyafet giymişti. Kumaşının yüzeyinde sanki ışık kırılıyormuş gibi sürekli bir hareket vardı, bu onu neredeyse göksel bir varlık gibi gösteriyordu. Saçları yukarı doğru yükselen, yıldız biçiminde duran, beyaza yakın parlak sarı renkte bir şekle sahipti. Cildinin tonu ise pembe ile beyaz arasında bir geçiş gibiydi, adeta yıldız tozlarının ve ışığın birleşiminden oluşmuş gibiydi. Gözleri, bilinmeyen bir bilginin ışığını taşıyor, yüzündeki ifadeyse otorite ve sakinliği aynı anda barındırıyordu.
Penetalia, grubu süzdü. Gözleri bir anlık herkese tek tek değdiğinde, Shen sanki içinde bir şeylerin ölçüldüğünü hissetti. Eğitmen, bir süre sessiz kaldı, sonra sesi etrafı doldurdu.
"Buraya gelen her bir birey, yalnızca kendi kaderini değil, evrenin dengesini de etkileyen bir yolculuğa adım atmış demektir. Y.G.K Akademisi içinde bulunsanız da, burası ayrı bir eğitim alanıdır. Burası, yalnızca güçlü olanların değil, gücü yönlendirebilenlerin, bilgiyi taşıyanların ve onu yayabilenlerin yetiştirildiği yerdir."
Sesi net ve kesindi. Shen, bu sözlerin basit olmadığını fark etti. Burada bulunmaları sadece bir güç kazanma meselesi değildi; çok daha derin, evrensel bir anlamı vardı.
Penetalia devam etti. "Buranın kuralları ve amacı bellidir. Burada yetişen her birey, yalnızca kendisi için değil, evrenin farklı noktalarındaki kilit yerlerde görev almak üzere eğitilecektir. Bazılarınız, buradan ayrıldıktan sonra evrenin en büyük merkezlerinde dengeyi koruyacak, bazıları akademinin güvenliği için çalışacak, bazıları ise bilinmeyen diyarlarda keşifler yaparak yeni bilgileri getirecek. Hepinizin yolu farklı olabilir ama temeliniz aynı olacak."
Shen, çevresindekilere baktı. Onların da kendisi gibi bu düşünceleri sindirmeye çalıştığını görebiliyordu. Penetalia'nın sözleri sıradan bir eğitim sistemini anlatmıyordu. Burada bir meslek öğrenmeyeceklerdi. Burada yalnızca bir savaşçı, bir büyücü ya da bir yönetici olmayacaklardı. Bu kavramların ötesinde bir şeyler vardı.
"Burası," diye devam etti eğitmen, "sadece bir büyü evi değildir. Sadece bir savaş akademisi ya da bir öğretim yeri de değildir. Burada öğretilen, savaşçı, koruyucu, düzenbaz, gardiyan, kral, kraliçe, büyücü ya da aklınıza gelen herhangi bir meslek, rol ya da unvan değildir. Burada yetişen her birey, bu terimlerin tümünün ana mantığını içine alan bir anlayışa sahip olacaktır."
Shen'in zihni bu sözleri anlamaya çalışıyordu. Onlar her şeyin özünü mi öğreneceklerdi? Büyücüler, savaşçılar, krallar… Bunların hepsi farklı rollerdi ama buradaki eğitim, onları sadece bu rollere sığdırmak yerine, hepsini kapsayan bir bilgelikle donatacaktı.
"Buradan mezun olanlar," dedi Penetalia, sesi gök kubbede yankılanırken, "büyük usta, bilge, ulvi varlık ve öğretmen olma niteliğine sahip bireyler olarak yetiştirilecektir. Bir kralın bilgeliğine, bir büyücünün sezgisine, bir savaşçının gücüne ve bir koruyucunun dengesine sahip olacaksınız. Ama bunların ötesinde, bu bilgiyi başkalarına aktarma ve yayma yetisine de sahip olmalısınız. Burada öğreneceğiniz şey, yalnızca kendiniz için değil, evrenin bütünü için var olacaktır."
Shen, bunu düşündü. Burada sadece bir öğrenci değil, bir bilgi taşıyıcısı olacaktı. Sadece güç kazanmak için değil, bir anlam yaratmak için buradaydı. Yavaş yavaş, buranın neden bu kadar farklı olduğunu anlamaya başlıyordu.
Penetalia duraksadı, gruba tekrar baktı. Gözlerindeki derinlik, Shen'in içindeki şüpheleri bir an için dondurdu.
"İlk dersimiz," dedi eğitmen, "Göksel Bağlanma. Bu, en temel ama en önemli adımdır. Göksel Bağlanma, varoluşun özüne ulaşmak, evrenin enerjisini hissetmek ve onunla uyum içinde olmayı öğrenmektir. Eğer bu bağı kuramazsanız, ne yaparsanız yapın, gerçek güç asla sizinle olmayacaktır."
Shen, derin bir nefes aldı. Etrafındaki diğer öğrenciler de dikkat kesilmişti. Göksel Bağlanma'nın ne anlama geldiğini bilmiyorlardı ama bir şey açıktı: Bu, sıradan bir meditasyon ya da büyü eğitimi olmayacaktı.
Penetalia, elini kaldırdı ve havada bir ışık oluştu. Şekilsiz ama sürekli titreşen, parlak beyaz ile soluk altın tonları arasında değişen bir ışık.
"Bu, evrenin saf enerjisidir," dedi. "Bunu hissetmeyi öğrenmek, onunla bağ kurabilmek, sizin burada atacağınız ilk adımdır."
Shen, büyülenmiş gibi ışığa baktı. Işık, normal bir parıltı değildi. Sanki hareket ettikçe değişiyor, yeni formlar yaratıyor, içindeki bilgiyi gösterip tekrar kayboluyordu. Shen içindeki heyecanı ve belirsiz korkuyu bastırarak kendini hazırladı. Bu, onun için yeni bir başlangıçtı. Buraya, sadece güçlü olmak için değil, anlamak ve öğrenmek için getirilmişti. Ve şimdi, o yolda ilk adımı atıyordu.
Penetalia'nın havada oluşturduğu ışık, soluk altın ve parlak beyaz tonları arasında sürekli titreşiyor, her hareketinde farklı bir form kazanıyordu. Bazen yoğunlaşıp iç içe geçmiş halkalara dönüşüyor, bazen de dalgalanarak neredeyse sıvı gibi bir görünüm alıyordu. Işık, eğitmenin elinde dans ederken, Shen ve diğerleri onun içindeki ritmi fark etmeye başladılar. Bu sadece bir enerji kaynağı değil, bir iletişim dili gibiydi; hareketleriyle anlam kazanan, varoluşun kendisini anlatan bir parıltıydı.
Eğitmen gözlerini yarı kısarak ışığın titreşimini inceledi ve sonra başını hafifçe yukarı kaldırarak gruba döndü. "Bu," dedi, sesi havada yankılanırken, "evrenin en saf halidir. Enerji, yaşam, hareket, düşünce… Hepsi bundan doğar ve buna geri döner. Ama başlangıçta, bunu hissetmek imkansızdır. Zihniniz, bedeniniz ve ruhunuz henüz bunu algılayacak kadar açılmış değil."
Bunu söyledikten sonra, sağ elindeki ışık yavaşça soldu ve yok oldu. Ancak elini indirmeden, sol elini ileri doğru uzattı ve avuç içini açtı. Ardından, yavaşça bileğini döndürerek geniş, dairesel bir hareket yaptı. Havada, yoğun siyah renkte büyük bir küre beliriverdi. Bu küre, sıradan bir karanlık gibi görünmüyordu; katman katman iç içe geçmiş, derinliğinde sayısız gölge barındıran, neredeyse içine bakıldığında gözleri çeken bir boşluk gibiydi. Kenarlarından, hafifçe mora çalan ince enerji çizgileri yayılıyordu ve katmanlarının arasındaki mesafe sürekli değişiyor gibi görünüyordu. Kürenin iç yüzeyi, galaksilerin spiral kollarına benzer şekilde hafifçe dönerken, kimi zaman göz yanılsaması yaratıp hareket ediyormuş gibi hissediliyordu.
"İşte bu," dedi Penetalia, gözlerini kürenin içine odaklayarak. "Evrenin özü. Bunun içinde, maddesel olarak enerji dolaşıyor. Buradaki katmanlar, fiziksel ve metafiziksel düzenin birleşimidir. Madde, enerji, zaman ve bilinç burada birbirine örülüdür. Hissetmek için sırasıyla bunu kullanacaksınız."
Shen ve diğer üç kişi, siyah küreye bakarken bir an sessizlik oldu. Kürenin içinde sanki bir hareket vardı ama aynı zamanda tamamen durağan görünüyordu. Shen gözlerini kısarak ona daha dikkatli bakmaya çalıştı, fakat ne kadar odaklanırsa o kadar derine çekiliyormuş gibi hissediyordu. Sanki bir bilinmezliğin içinde kaybolma hissi veriyordu.
Penetalia, elini hafifçe kaldırarak küreyi daha yukarı taşıdı, sonra avucunu açarak havada sabit kalmasını sağladı. "Şimdi," dedi, "sırayla deneyeceksiniz. Elinizi kürenin yüzeyine yaklaştırın ve içindeki akışı hissetmeye çalışın. Ama unutmayın, bu bir test değil. Başarılı olup olmamak önemli değil, hissetmek önemli."