ZEVK SARAYI

Chapter 86: 3



Grup, sessizce birbirine baktı. İlk olarak, Shen'in solunda duran uzun, ince yapılı bir öğrenci öne çıktı. Görünüşüne göre farklı bir gezegenden geliyordu; yüzü insanı andırsa da cildi metalik gri tonlardaydı ve gözleri tamamen parlak yeşildi. Adı Virian'dı ve o da tıpkı Shen gibi buraya yeni getirilmişti.

 

Virian, ağır adımlarla küreye yaklaştı. Derin bir nefes aldı, ardından elini yavaşça kaldırarak küreye yaklaştırdı. Avuç içi kürenin yüzeyine değmeden birkaç santimetre önce durdu. Shen, onun elinin hafifçe titrediğini fark etti. Kürenin yüzeyi, Virian'ın elinin yaklaştığı noktada hafifçe dalgalandı, sanki onu tanıyormuş gibi bir tepki verdi.

 

Virian gözlerini kısıp odaklanırken, kürenin içindeki katmanlar daha hızlı dönmeye başladı. Ancak birdenbire, bir titreşim yayıldı ve Virian irkilerek elini geri çekti. Küre aniden eski hareketsiz haline döndü.

 

Penetalia, gözlerini kırpmadan izledi ve hafifçe başını salladı. "Güzel bir ilk temas," dedi. "Ama enerjiye fazla odaklandın. Hissetmek için yönlendirmeye çalışmamalısın. Ona bir emir vermek yerine, onun seninle konuşmasına izin ver."

 

Virian, başını sallayarak geri çekildi. Sıradaki öğrenci, kısa boylu, kıvrımlı boynuzları olan, kırmızımsı ten rengine sahip bir varlıktı. İsmi Kael'di. O da ilerleyip küreye yaklaştı ve ellerini yavaşça açarak hissetmeye çalıştı. Ancak bu sefer küre hiçbir tepki vermedi. Kael gözlerini kırpıştırdı, tekrar odaklandı, ama küre hâlâ sabit kalıyordu. Penetalia ona dikkatlice baktı, sonra hafifçe gülümsedi. "Çok fazla bekliyorsun," dedi. "Evrensel enerji senin beklemeni istemez, senin onunla uyum sağlamanı ister."

 

Kael biraz hayal kırıklığıyla başını eğdi ve geri çekildi. Sıradaki öğrenci, ince yüz hatlarına sahip, uzun koyu mavi saçları olan ve teni gökyüzü mavisi renginde biriydi. Adı Lyara'ydı. O, diğerlerine göre daha sakin ve kendinden emin görünüyordu. Küreye yaklaşarak elini dikkatlice uzattığında, kürenin yüzeyi hafifçe titreşti ve içindeki hareket hızlandı. Lyara'nın gözleri biraz büyüdü ama geri çekilmedi. Küre, onun varlığını tanıyormuş gibi yavaşça bir tepki veriyordu. Birkaç saniye boyunca, sanki bir ritim oluşmuş gibiydi. Ancak bir noktada kürenin içindeki akış aniden değişti ve bir dalgalanma yayarak tekrar durağan hale geldi.

 

Penetalia başını eğerek onayladı. "İyi bir ilk temas," dedi. "Ama yine de, enerji seni yönlendirmemeli. Sen onun içinde akmalısın."

 

Son olarak Shen'in sırası gelmişti. Yavaşça bir adım attı. Küre, önündeki yerinde duruyordu, ancak ona baktıkça, içindeki sonsuz siyahlık daha da derinleşiyor gibiydi. Derin bir nefes aldı ve elini kaldırarak yavaşça yaklaşmaya başladı. Parmak uçları, kürenin yüzeyine birkaç santimetre kala durdu.

 

Şen, aniden içinde bir titreşim hissetti. Önce midesinde hafif bir rahatsızlık gibi başladı, sonra tüm vücuduna yayılan ince bir akım haline geldi. Kürenin içindeki katmanlar, onun eline doğru yaklaşmış gibi göründü. Farkında olmadan nefesini tuttu. Kürenin hareket ettiğini hissetti. İçindeki girdap, sanki ona bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.

 

Ve sonra, bir anda kürenin içinden bir ışık yayıldı. Şen elini hızla geri çekti ama küre eski haline dönmeden önce bir anlığına gözlerinin önünde bilinmeyen semboller parladı. Bunlar bir dil miydi? Bir mesaj mıydı? Shen, bunu anlamlandıramadan küre tekrar durağan hale geldi.

 

Penetalia'nın gözleri Shen'e kilitlenmişti. Birkaç saniye boyunca sessizlik oldu. Sonra hafifçe başını salladı. "İlginç," dedi yavaşça. "Çok ilginç."

Diğer üç kişi, Shen'in önündeki kürenin nasıl tepki verdiğini görünce gözlerini kocaman açarak ona döndüler. Onların temasları sırasında küre yalnızca hafif dalgalanmalar veya hareketler göstermişti, ancak Shen'in dokunuşunda kürenin içinden bilinmeyen semboller çıkmış, bir anda parlayan bir ışık yayılmıştı. Kürenin içindeki katmanların anlık bir düzen değiştirip sonra tekrar eski haline dönmesi, diğerlerini hem şaşırtmış hem de biraz tedirgin etmişti.

 

Penetalia, hafifçe başını eğerek bir adım öne çıktı. Ayaklarının altındaki zemin hafifçe titreşirken, duruşundaki asaleti hiç kaybetmeden Shen'e baktı. Yüzünde, anlaşılamayan ama her şeyi görüyor gibi hissettiren bir ifade vardı.

 

"Nereden geldin böyle?" dedi, sesi neredeyse merakla doluydu ama aynı zamanda içinde derin bir anlam barındırıyordu.

 

Shen, kısa bir an için ne söyleyeceğini bilemedi. Dünya'dan geldiğini biliyordu ama buradaki bağlamda, sanki buraya ait değilmiş gibi bir anlam vardı. Bir açıklama yapmaya çalıştı ama ağzını açtığında kelimeler boğazında düğümlendi. Penetalia'nın gözleri hâlâ ona kilitlenmişti. Birkaç saniye süren sessizlikten sonra, eğitmenin dudaklarının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı.

 

"Seninle işimiz olacak," dedi, sesi neredeyse bir fısıltı gibi çıktı ama odadaki herkes onu duydu.

 

Shen'in içindeki gerilim arttı. Bu sözler tam olarak ne anlama geliyordu? Onun farklı olduğunu biliyor muydu? Yoksa sadece kürenin verdiği tepkiye mi dayanarak böyle bir şey söylüyordu? Shen, eğitmenin gözlerine baktığında, Penetalia'nın çok daha fazlasını bildiğini hissetti.

 

Eğitmen, duruşunu bozmadan başını hafifçe kaldırdı ve diğer üç kişiye döndü. "Devam edin," dedi sakince. "Siz, evrenin akışını anlamak için hala yolun başındasınız."

 

Virian, Kael ve Lyara, kısa bir an için Shen'e bir kez daha baktılar. Üçünün de yüzünde farklı ifadeler vardı. Virian'ın ifadesinde merak ve dikkat vardı, Kael biraz çekimser duruyordu, Lyara ise hafif bir gülümsemeyle Shen'e bakıyordu. Ama hiçbiri bir şey söylemedi. Küreye tekrar odaklanarak eğitimin devamına döndüler.

 

Shen, hala olanları anlamaya çalışırken, Penetalia tekrar ona döndü. "Benimle gel," dedi, sesi emir verici değildi ama tartışmaya açık da değildi.

 

Shen, derin bir nefes aldı ve eğitmenin arkasından yürümeye başladı. Etraflarındaki alanın enerjisi değişiyordu. Diğer öğrencilerden uzaklaştıkça, havada yoğun bir basınç hissetmeye başladı. Adımlarının altında yankılanan hafif bir titreşim vardı, sanki yürüdükleri yol sabit değil, bir tür akış içerisindeydi. Shen, çevresine bakındığında, ışıkların yavaşça solmaya başladığını fark etti. Yolun sonunda büyük, koyu renkli bir kapı belirdi.

 

Penetalia, kapıya yaklaştığında elini hafifçe kaldırdı ve kapının yüzeyinde spiral şeklinde dönen enerjiler bir anda çözülerek kapıyı açtı. İçeriden, tamamen farklı bir atmosfer yayıldı. Shen, içeri adım attığında nereye geldiğini tam olarak kestiremiyordu.

 

Oda, bir boşluğun içinde asılı kalmış gibiydi. Karanlıktı, ama bu bir yokluk hissi veren bir karanlık değildi. Derin, bilinmeyenleri barındıran bir gökyüzü gibi bir karanlıktı. Etraflarındaki alan, sanki sonsuz bir boşlukmuş gibi görünüyordu ama aynı zamanda belirli bir düzene sahipti.

 

Ve en önemlisi, her yöne saçılmış dev gezegenler vardı.

 

Shen'in nefesi kesildi. Odanın tavanı yoktu ya da belki de tavan, uçsuz bucaksız bir evrenin kendisiydi. Etrafında farklı büyüklüklerde gezegenler süzülüyordu. Kimisi mavi ışıklarla parlıyor, kimisi kızıl girdaplar içinde dönüyor, kimisi ise dev halkalarla sarılmış şekilde süzülüyordu. Bazıları ona yakın görünüyordu ama bir adım attığında mesafenin aslında çok daha büyük olduğunu fark etti. Alanın derinliği tam olarak anlaşılamıyordu. Sanki her şey aynı anda hem çok yakındı hem de sonsuz bir uzaklıktaydı.

 

Penetalia, odanın ortasına doğru yürüyerek durdu. Shen de onun birkaç adım gerisinde durarak gözlerini gezegenlere çevirdi. Bu yerin amacı neydi? Burası gerçekten bir oda mıydı, yoksa tamamen farklı bir boyut muydu?

 

Eğitmen, başını hafifçe kaldırarak bir gezegeni işaret etti. O gezegen, diğerlerine göre daha soluktu ama belli belirsiz bir ışık yayıyordu.

 

"Burası, yalnızca seçilmiş olanların girebildiği bir yerdir," dedi. "Burası, bilgi ile sınananların, anlayışın eşiğinde olanların odasıdır."

 

Shen, başını kaldırarak gezegenlere baktı. O an, bir şey fark etti. Bu gezegenlerden bazıları çok tanıdıktı. Sanki onları bir yerlerde görmüştü ama nerede olduğunu hatırlamıyordu. Derinlerden gelen bir his, bunların sadece gezegenler olmadığını söylüyordu.

 

Penetalia ona döndü. "Sen," dedi, "bu enerjiyi diğerlerinden farklı bir şekilde hissettin. Küre sana yanıt verdi ve onun içinde bir şey gördün. Söyle bana, gördüğün sembolleri hatırlıyor musun?"

 

Shen, kısa bir an tereddüt etti. Ama evet. O semboller… Sadece bir ışık parlaması değildi. Onlar anlam taşıyan, bilinçli varlıklar gibiydi. Shen, gözlerini hafifçe kısarak hatırlamaya çalıştı. "Bilmiyorum," dedi dürüstçe. "Ama onlar bir şey anlatıyordu. Bir tür mesaj gibiydi."

 

Penetalia hafifçe başını salladı. "İşte bu yüzden buradasın. Sen, sıradan bir eğitim almaya gelmedin. Senin yolun biraz daha farklı olacak."

 

Shen, eğitmenin sözlerini sindirmeye çalıştı. Şimdiye kadar hep diğer öğrencilerle aynı eğitim sürecinden geçeceğini sanmıştı ama Penetalia'nın bakışlarından anlıyordu ki onun için farklı bir plan vardı.

 

Eğitmen, gözlerini tekrar gezegenlerin olduğu boşluğa çevirdi ve avuçlarını açtı. O an, Shen'in tam önünde, havada bir ışık halkası oluştu. Bu halka yavaşça dönmeye başladı ve içindeki enerjiler dans edercesine hareket etti.

 

"Şimdi," dedi Penetalia, sesi sakin ama keskin, "bu halka ile bağ kurmaya çalış. Küre'nin içinde gördüğün şeyi hisset ve bana ne gördüğünü anlat."

 

Shen, yavaşça bir adım attı ve havada süzülen ışık halkasına odaklandı. Tüm vücudu, o anda tamamen yeni bir bilinmezin içine çekiliyormuş gibi hissetti. İçgüdüsel olarak, elini uzattı ve halkaya yaklaştırdı.

 

Ve anında, zihninin derinliklerinde bir şey açıldı.

 

Bir yankı, bir çağrı, evrenin kendisinden gelen bir fısıltı.

Shen, gözlerini hafifçe kıstı. İçinde, bir şeyler söyleme ihtiyacı hissediyordu ama ağzını açmadı. Sanki bu ortam, sesin gereksiz olduğu bir yerdi. Hissettiği şeyleri nasıl anlatacağını bilemezken, bir düşüncenin ona ulaştığını fark etti. Konuşmak zorunda değildi. Sadece düşünmesi yeterli olacaktı.

 

Penetalia'nın varlığı, bir bilinç dalgası gibi zihnine dokundu. "Düşün. Ve bana göster."

 

O anda Shen'in içinde bir titreşim başladı. Önce hafifti, sanki derin bir boşluğun içinde süzülen bir yankı gibi. Gözlerini kapattığında, zihnindeki sahneler daha belirginleşmeye başladı. Şekiller, formlar, anlamlı ama bilinmeyen imgeler, hepsi bir araya gelip bir bütün oluşturuyordu.

 

Bağ aniden güçlendi. Odayı çevreleyen karanlık sanki çözüldü ve yerine yıldızlarla kaplı, evrenin en yüksek noktasından bakılıyormuş gibi bir manzara ortaya çıktı. Sanki tüm gerçeklik, yukarıdan aşağıya doğru bakan bir gözün görüşüne açılmıştı. Shen, evrenin katmanlarının nasıl iç içe geçtiğini gördü. Küçük, karmaşık ama mükemmel bir sistem… Bir anagram gibi, her şey bir bütün oluşturuyordu. Devasa galaksi kümeleri, birbirleriyle iç içe geçmiş yıldız formları, ışık halkalarının sonsuz bir akış halinde birbirini tamamlaması…

 

Gördüğü bu görüntü, herhangi bir yıldız haritası ya da galaksi sisteminden farklıydı. Burada, evrenin kendisi bir organizma gibi hareket ediyordu. Sürekli dönüşen, gelişen ve genişleyen bir canlı varlık gibiydi. Shen, bunun sadece bir sahne olmadığını fark etti. Bu, varoluşun kendisiydi.

 

Bağ, daha da derinleşti ve anagram kayboldu. Shen bir anda kendini akışkan, renksiz ama yoğun bir ortamda buldu. Sanki boşluğun içinde değil, evrenin özünün içindeydi. Burada gezegenler süzülüyor, gökcisimleri yavaşça hareket ediyor, fakat her şey daha soyut bir hal alıyordu.

 

Derken, renkler ortaya çıkmaya başladı. Önce sıcak bir turuncu, ardından kırmızının her tonunda bir ışık yükseldi. Parlayan, gürleyen, sakinleşen, kıvrılan ve sürekli hareket eden bir enerji kütlesi… Tıpkı bir bilinç gibi, dalgalar halinde yayılıp sonra tekrar içine çekiliyordu. Bazen bir girdap gibi dönüyor, bazen duruluyor, bazen de devasa bir dalga gibi tüm görüşünü kaplıyordu.

 

Shen, bu şeklin anlamını kavrayamadan, aniden kızıl bir hat belirdi. Önce küçük ve zarifti, ama sonra büyüdü ve tüm görüş alanını kapladı. Hat, kavislenerek akıyordu, sanki bir damar gibi canlıydı. Ama sonra…

 

Kızıl hattın ortasında, karanlığa açılan devasa bir yırtık oluştu. Shen'in içi ürperdi. O boşluktan iki büyük silüet belirdi. Gözleriyle tam olarak seçemese de, devasa varlıkların anlık görüntüleri zihnine kazındı. Onlarca metre yükseklikteydiler. Bedenleri belirgin değildi, ama gölgeleri, varlıklarının gücünü ve ağırlığını hissettirdi.

 

Bu varlıklar yalnızca bir an için görünüp kayboldular. Shen onları anlamaya çalışırken, sahne değişti. Bir gezegenin hızla başka bir gezegene yaklaştığını gördü. Çarpışmaya doğru ilerleyen iki dünya… Gözleri önünde, devasa bir dönüşüm gerçekleşiyordu. Biri, diğerinin çekim alanına giriyordu ve kaçınılmaz son yaklaşıyordu.

 

Tam o anda, Shen'in görüşü değişti. Yeni bir görüntü belirdi. Bu görüntü, ona garip bir şekilde tanıdık geldi. Daha önce dünyada defalarca gördüğü bir güneş sistemi fotoğrafının anagramıydı. Gezegenler, yıldızlar, yörüngeler... Ama burada bir şey farklıydı. Sanki her şey iç içe geçmişti, gerçekliğin farklı bir hali gibiydi. Shen bu sahneyi tam olarak anlamaya çalışırken…

 

Bağ bir anda koptu.

 

Sanki bir ipten düşüyormuş gibi aniden gerçek dünyaya geri döndü. Etrafındaki gezegenler tekrar odanın içine çekildi, karanlık atmosfer eski haline döndü ve Shen bir anlığına nefes alamıyormuş gibi hissetti.

 

Karşısında duran Penetalia'nın yüzündeki şaşkınlık ifadesini açıkça görebiliyordu. Eğitmen bile az önce olanları beklemiyor gibiydi. Onun gibi kadim ve bilge bir varlık bile bir an için duraksamıştı.

Next chapter will be updated first on this website. Come back and continue reading tomorrow, everyone!

Tip: You can use left, right, A and D keyboard keys to browse between chapters.