Chapter 26: Bölüm 26 - Kırılma Noktası
Sabahın erken saatlerinde Beyaz Büyü Kulesi, her zamanki gibi sessizdi. Kule, günün ilk ışıklarıyla aydınlanırken, Rona uyanık ve dinç bir şekilde meditasyonunu tamamladı. Kendi odasının penceresinden süzülen soluk ışık, taş duvarlara vuruyor, kuledeki mistik atmosferi daha da belirginleştiriyordu.
Her sabah olduğu gibi, iki saat boyunca mana akışını dengelemeye odaklanmış, zihnini ve bedenini büyüye hazırlamıştı. Bu meditasyon, yalnızca fiziksel bir egzersiz değil, aynı zamanda içsel bir keşifti. Mana, damarlarının içinde ince bir akarsu gibi dolaşıyor, zihninde titreşimler yaratıyordu.
Gözlerini yavaşça açtığında, içindeki hafif titremeyi hissetti. Bu, yaklaşan bir değişimin işaretiydi. Beşinci halkasını oluşturmaya yaklaşıyordu, ancak bunun en az iki yıl süreceğini biliyordu. Halka oluşturmak, sadece manayı artırmak değil, aynı zamanda onu kontrol edebilmekti.
Bu süreçte, acele etmek ölümcül hatalara neden olabilirdi. Ancak bu heyecanını bastırmalıydı. Halka oluşturmak, bir büyücünün hayatındaki en önemli dönüm noktalarından biriydi ve sabır gerektiriyordu.
Rona, şu an olduğu seviyeye inanılmaz bir hızla ulaşmıştı. Yedi yaşında büyü eğitimine başladığında, ilk halkasını dört yıl içinde tamamlamış, ardından her üç yılda bir diğer halkalarını oluşturmuştu. Ancak şimdi, 5. halkayı oluşturma süreci çok daha zorlayıcıydı. 4. halkayı oluşturduğunda henüz 18 yaşına bile basmamıştı, ancak bu son yıl boyunca hiç ilerleme kaydedemediğini hissediyordu.
Dört halka oluşturmak ona büyük bir yetenek kazandırmıştı, ancak artık ilerlemesi çok daha zorlayıcıydı. Beşinci halkayı oluşturabilmesi için sadece mana kapasitesini değil, kontrolünü de artırması gerekiyordu. Çoğu büyücü için bir halka oluşturmak, ortalama on yıl süren yorucu bir süreçti.
Ancak Rona, bu süreci hızlandırabileceğine inanıyordu. Son bir yıldır, gece gündüz durmadan çalışarak bu süreci üç yıla indirmeyi hedeflemişti. Üç yıl içinde bunu başarabilirdi—bu hem uzun bir süreydi hem de büyücüler için olağanüstü bir hız anlamına geliyordu. Ancak biliyordu ki, hızlanmış bir süreç, daha büyük bir risk taşıyordu. Bedeninin ve zihninin bu değişime ayak uydurması gerekecekti.
Derin bir nefes alarak meditasyonunu tamamladı. Bir süre oturduğu yerde kaldı, titreyen ellerini dizlerinin üzerine koyarak mana akışının dalgalanmasını izledi. Dengeli bir büyücü olmak için, yalnızca güçlü bir çekirdek değil, aynı zamanda mükemmel bir mana kontrolü de gerekiyordu. Bu yüzden, her sabahki disiplinli çalışmaları hayati önem taşıyordu.
Ayağa kalktı ve günün geri kalanına hazırlanmak için hareket etti. Kendi kahvaltısını hızlıca yaptıktan sonra, Ustası Ogmios için kahvaltısını hazırladı. Bir yıldan fazla süredir bu ritüeli aksatmamıştı. Usta Ogmios'un, günlük yaşantısında bile kusursuz bir disipline sahip olması, onun da aynı disiplini takip etmesine neden olmuştu. Yemeği dikkatlice bir tepsiye yerleştirdi ve ustasının odasına doğru ilerledi.
Kapıyı çaldığında içeriden hiçbir yanıt gelmedi. Rona bir an duraksadı, elini kapının yüzeyinde gezdirdi. İçeriden gelen en ufak bir kıpırtıyı, kâğıt hışırtısını ya da derin bir nefes sesini duymayı bekledi. Ama odanın içi tam bir sessizlik içindeydi. Hafifçe kaşlarını çattı.
Usta Ogmios'un, ortadan kaybolduğunda geride bir iz bırakmadan gitmesi alışılmadık bir durumdu. Normalde, nerede olduğu belli olurdu; masanın üzerinde bir not, raflara iliştirilmiş bir parşömen ya da kapının hemen yanında küçük bir mana izi bırakırdı. Ama şimdi, hiçbir şey yoktu. Bu sessizlik, sadece odanın boş olmasından değil, Ogmios'un varlığının tamamen silinmiş gibi hissettirmesinden kaynaklanıyordu.
Tereddütle kapıya uzandı, ahşap yüzeye hafifçe dokundu ve yavaşça itti. Kapı, içeri doğru sessizce açıldığında, karşısına olağanüstü bir düzen ve kusursuzlukla yerleştirilmiş bir oda çıktı. İçeriye adım attığında ayaklarının altındaki taş zemin, sanki uzun zamandır hiç dokunulmamış gibi soğuktu.
Kitaplar, her zamanki gibi kusursuz bir şekilde raflara dizilmişti; büyüyle korunuyormuşçasına en ufak bir düzensizlik bile yoktu. Masanın üzerindeki belgeler titizlikle sıralanmıştı, her biri belirli bir düzenle üst üste konmuştu. Ancak bu düzenin içinde bir şey eksikti.
Rona derin bir nefes aldı. Hava bayattı. Sanki burada saatlerdir kimse olmamış, oda yaşayan bir varlık olmaktan çıkıp, donmuş bir zaman kapsülü haline gelmişti. Gözleri, masanın üzerinde her zaman duran büyü kristalini aradı. Usta Ogmios, onu her zaman yanında taşırdı, ama çalışma sırasında masasına bırakırdı. Bugün, o kristal de yerinde yoktu.
Bu his onu rahatsız etti. Odanın düzeni mükemmeldi, ama Ogmios'un varlığı bu mükemmelliğin içinde tamamen silinmiş gibiydi. Sanki biri, buraya özenle dokunmuş, ancak hiçbir iz bırakmadan kaybolmuştu.
Tepsiyi dikkatlice masanın üzerine bıraktı, içindeki huzursuzluk büyüyordu. Bir şeyler ters gidiyordu. Ustasının bu kadar uzun süre ortadan kaybolması alışılmış bir durum değildi. Rona, endişesini bastırmaya çalışarak hızla odadan çıktı.
Önce çalışma salonuna yöneldi, her zamanki gibi Usta Ogmios'un orada olacağını umarak. Ancak salon boştu, sandalyeler düzenliydi, masa tertemizdi. Gözleri, ustasının en sık kullandığı oturma köşesine kaydı. Orada genellikle bir kitap veya yarım kalmış bir büyü formülü olurdu, ama şimdi her şey terk edilmiş gibiydi.
Bir sonraki durağı kütüphane oldu. Uzun koridorlardan hızlı adımlarla geçti, içindeki huzursuzluk artık nabzına eşlik ediyordu. Kütüphanede, diğer büyü öğrencileri sessizce çalışıyordu. İçerideki mum ışıkları, rafa dizili binlerce kitaba mistik bir parıltı katıyordu. Gözleri, Ogmios'un her zaman oturduğu pencere kenarındaki masayı aradı. Ancak sandalye boştu. Ogmios'un masası bomboştu.
Rona, büyücülerin çalışma alanlarını da tek tek kontrol etti. Ancak kiminle konuştuysa, Ogmios'u o gün görmediğini söylüyordu. Her zamanki gibi sessiz, ama hep bir adım ötede olan usta büyücü, bu kez gerçekten kaybolmuştu.
Nefesi hızlandı. Daha önce onu çalışma odasında bulamamıştı, ama en fazla birkaç dakika içinde ortaya çıkardı. Bu kez ise saatler geçmişti. Zaman ilerliyordu, ama Ogmios'un nerede olduğu hâlâ bir muammaydı.
Ve bu belirsizlik, Rona'nın içinde şekilsiz bir korkuya dönüşmeye başlamıştı.
Zihni hızla olasılıkları tarıyordu. Ustası, gerçekten de bir yere gitmiş olabilirdi. Belki de daha önce yaptığı gibi gizli bir toplantıya katılmıştı ya da acil bir durumu vardı. Ancak bu ihtimalleri çürütmek için fazlasıyla sebep vardı. Ogmios asla böyle kaybolmazdı. Onun en büyük özelliklerinden biri, mükemmel bir disiplinle hareket etmesiydi. Her zaman nerede olduğuna dair ipuçları bırakır, öğrencilerinin merakını giderirdi. Fakat bugün, hiçbir iz bırakmamıştı. Bu, Rona'yı huzursuz ediyordu.
Gözleri, kule koridorlarının taş duvarlarında gezindi. Sanki soğuk taşların arasında gizlenmiş bir şeyler vardı. Derin bir nefes aldı ve duraksadı. Şimdi ne yapmalıydı?
Kat.
Bu düşünce aklına düştüğü anda içgüdüleri onu iki farklı yöne çekti. Bir yandan, oraya gitmemesi gerektiğini biliyordu. Ogmios, 22. kata öğrenci girişini kesinlikle yasaklamıştı. Birçok büyücü bile oraya yalnızca üst düzey izinle çıkabiliyordu. Ancak diğer yandan, orası şu an tek ihtimali gibi görünüyordu.
Ayağını öne attığında, taş zemindeki yankılanan ayak sesi koridorun boşluğu içinde boğuk bir uğultuya dönüştü. Bir şey yapmalıydı. Elleri istemsizce yumruk oldu, zihni içindeki çekişmeye rağmen hareket etmek zorunda olduğunu söylüyordu.
Ustasını bulmalıydı.
Yavaşça kule merdivenlerine yöneldi. Adımları öncekinden daha dikkatliydi, sanki bilinçaltı ona geri dönmesi gerektiğini söylüyordu. Ama geri dönmek bir seçenek değildi.
Gizem, korkudan daha güçlüydü.
kata çıkan spiral merdivenlere adım attığında, havanın değiştiğini hissetti. Aşağıdaki katlardan farklıydı burası. Burada bir soğukluk vardı. Ancak bu, normal bir serinlik değildi. Mana titreşimleri taş duvarlarda yankılanıyor, görünmez bir baskı oluşturuyordu.
Nefesini kontrol altına almaya çalışarak yukarı doğru devam etti. Her adımı, taş zemine vurdukça sanki içindeki şüpheleri katman katman açığa çıkarıyordu.
Sonunda en üst basamağa ulaştığında, önünde yükselen kapı onu bekliyordu.
katın girişi, diğer kapılardan tamamen farklıydı. Ağır metalden yapılmış, üzeri büyü mühürleriyle kaplanmıştı. Sıradan biri için burası, aşılması imkânsız bir bariyer gibi görünürdü. Ancak Rona, Ogmios'un öğrencisiydi. Kapının üstüne kazınmış sembolleri tanıyordu ve basit bir büyüyle içeri girebilirdi.
Elini kapının soğuk yüzeyine koydu, hafifçe titrediğini fark etti. İçinde neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Ama geri dönmek, artık bir seçenek değildi.
Derin bir nefes aldı ve kapıyı açtı.
Elini kapının soğuk yüzeyinden çekerek içeri adım attığında, derin bir sessizlik onu karşıladı. Havanın ağır, keskin, çürük ve amonyak benzeri bir kokuyla dolduğunu fark etti; buraya uzun süredir kimse girmemiş gibi görünse de ustası ve büyük usta Devon'un burada araştırmalar yaptığını biliyordu.
Ancak içerideki bu sessizlik, huzur veren bir sessizlik değildi. İçinde bir şeylerin yanlış olduğuna dair tuhaf bir his vardı. Taş duvarlara kazınmış büyü sembolleri soluk bir ışık yayarak titreşiyor, odanın karanlığını tam anlamıyla aydınlatamıyordu.
İlk adımını attığında, taş zeminde yankılanan ayak sesi boğuk bir uğultu gibi yayıldı. Odanın genişliği, koridorlardan çok daha farklı hissettiriyordu. Burada bir şeyler vardı. Görünmeyen, ama hissedilen bir şey.
İleriye doğru ilerlerken, gözüne raflara dizilmiş cam şişeler ve metal tepsiler takıldı. Şişelerin içindeki koyu kırmızı sıvılar, Rona'nın boğazında bir yumru oluşturdu. Bazıları berraktı, bazıları ise neredeyse siyaha çalan koyulukta… Kan? Kemik iliği? Mana özü? Bunlar, basit büyü bileşenleri değildi.
Soluna döndüğünde, masaların üzerine yerleştirilmiş büyü notlarını fark etti. Bazıları el yazısıyla yazılmıştı, bazıları ise karmaşık büyü çemberleriyle mühürlenmişti. Sayfaların üzerine dökülmüş hafif lekeler dikkatini çekti. Mürekkep mi? Yoksa…?
İçinde tuhaf bir huzursuzluk büyürken, odanın ortasında duran büyük taş masaya yöneldi. Masanın üzerinde uzun bir örtü vardı. Kumaş, hafifçe dalgalanıyordu, sanki odanın içinde rüzgâr varmış gibi… ama burası kapalı bir alandı.
Elini titrek bir şekilde örtünün kenarına götürdü ve yavaşça kaldırdı.
Altında bir insan bedeni yatıyordu.
İlk başta, sadece yüzüne odaklandı. Solgun, donuk bir ten. Saçları tamamen kazınmıştı ancak saç kökleri beyaz gibiydi. Gözleri kapalıydı, ama yüzü bir zamanlar asil birinin yüzü olmalıydı. Derin çizgiler ve solgun yanaklar, ölümün üzerindeki izlerini taşıyordu.
Rona, yutkunarak başını çevirdi. Ölü bir beden görmek ürkütücü değildi. Ancak burada bir şeyler… çok daha farklıydı.
İçini kemiren bir merakla örtüyü biraz daha kaldırdı.
Ve o an midesi sıkıştı, nefesi kesildi.
Kadının göğsü, iç organları alınmış gibi tamamen boğuktu. Kaburgaları dikkatlice sıyrılmış, içi dışına çıkartılmıştı. Hiçbir şey… hiçbir şey yerinde değildi.
Geri çekildi, karnına saplanan mide bulantısını bastırmaya çalıştı ama başaramadı. Dizlerinin üzerine çöktü ve kustu.
Boğazına yayılan acı hissi, gördüklerini değiştirmedi. Bu bir insan bedeniydi… ama artık insan değildi. Onu ne için kullandıklarını bilmese de bir şey belliydi: Bu, sıradan bir araştırma değildi.
Ona doğru ilerleyen bir gölge hissederek hızla başını kaldırdı, kalbi deli gibi çarpıyordu. Birisi mi geliyordu?
Kulaklarını dikti, nefesini tutarak karanlığın içindeki en ufak bir kıpırtıyı bile yakalamaya çalıştı. Ancak odada yalnızca, ağır ve boğucu bir sessizlik vardı. Gölge… o bir anlık hareket hissi, sadece zihninin ona oynadığı bir oyun muydu? Yoksa burada gerçekten başka biri mi vardı?
Bacakları hafifçe titriyordu, midesindeki kasılma henüz tam olarak geçmemişti. Bir an önce buradan çıkmalıydı. Ama bir yandan da gözlerini hâlâ örtüsü sıyrılmış cesetten ayıramıyordu. Bu beden… kimdi? Burası bir laboratuvardı, ama burada insanların parçalanmış bedenlerinin ne işi vardı?
Zihninde hızla kelimeler uçuşuyordu. Ogmios'un laboratuvarıydı burası. Büyük Usta Devon'un da sık sık burada çalışmalar yaptığını biliyordu. Ancak bu bir araştırma mıydı, yoksa başka bir şey mi?
Yutkundu ve nefesini düzenlemeye çalışarak ayağa kalktı. Etrafı dikkatlice incelemeye başladı. Cam tüplerin içinde çeşitli sıvılar vardı; bazıları koyu kırmızı, bazıları berrak mavi, bazılarıysa bulanık bir altın rengindeydi. Raflarda parşömenler ve mühürlü notlar diziliydi. Bazılarında 'Deney No. 47', 'Kan Özü Çıkarımı', 'Aura ile Mana Arasındaki Bağ' gibi başlıklar gözüne çarptı.
Sonra, laboratuvarın uzak köşesindeki ağır metal kapıyı fark etti. Normal bir kapı gibi duruyordu ama üstünde mana ile mühürlenmiş bir kilit vardı. İçinde bir şeyleri daha kötü yapacakmış gibi bir his uyandı.
Ama şu an asıl önceliği, buradan çıkmaktı. Derin bir nefes aldı, geriye çekilerek cesede son bir kez baktı. Örtüyü düzeltecekti—ama tam o sırada bir şey fark etti.
Cesedin boynunda soluk bir iz vardı.
Bunu fark ettiğinde, içini tarifsiz bir ürperti kapladı. İz, zincirlerden ya da iplerden kalmış gibiydi. Çok eski değildi, ama çok yeni de değildi. Bu kişi, buraya ölü olarak mı getirilmişti, yoksa burada mı ölmüştü?
Elini geri çekti, nefesi titremeye başladı. Artık kesinlikle gitmeliydi.
Arkaya dönüp hızlı adımlarla kapıya yöneldi. Ama tam çıkarken, odanın içine sinmiş o boğuk sessizliği delen hafif bir tıkırtı duyuldu.
Birisi... gerçekten mi geliyordu?
Arkaya dönüp hızlı adımlarla kapıya yöneldi. Ama tam çıkarken, odanın içine sinmiş o boğuk sessizliği delen hafif bir tıkırtı duyuldu.
Birisi... gerçekten mi geliyordu?
Rona'nın nefesi kesildi, kalbi kulaklarında yankılanıyordu. Kapının soğuk metal tokmağına uzanmış eli havada asılı kaldı. Tıkırtı tekrar etti. Bu sefer daha belirgin, sanki ağır bir cisim hafifçe yerinden kaymış gibi.
İçgüdüleri ona kaçmasını söylüyordu, ama gözleri istemsizce sesin geldiği tarafa, laboratuvarın derinliklerine kaydı. Işığın zar zor ulaştığı karanlık köşelerden biri... Orada bir şey vardı. Ya da birisi.
Boğazı kurudu. Bedenindeki tüm mana duyularını açmaya çalıştı, ama içerideki hava o kadar yoğundu ki... bir şey hissetmek imkânsızdı. Sanki burası büyü ile mühürlenmiş, bilinçli olarak dış dünya ile bağlantısı kesilmişti.
Karanlık... daha da koyulaşıyor muydu?
Zihni binlerce olasılığı gözden geçirdi. Belki de sadece bir hayvandı. Belki de buraya hapsedilmiş bir yaratık... Ama buraya bir canlı nasıl girebilirdi? Burası Üstad Ogmios'un ve Büyük Usta Devon'un kişisel laboratuvarıydı. Burada hiçbir şey rastgele olamazdı.
Daha fazla düşünmek için zamanı kalmadı.
Bir nefes sesi duydu.
Düşük, boğuk ve derin.
Sadece birkaç adım öteden...
Bir refleksle geri çekildi, sırtı kapıya çarptı. Derin bir ürperti tüm omurgasını sarmıştı. Gözleri karanlığa odaklandı, kasları gerildi. O an zihni bir karar verdi: Burada kalamazdı.
Kapıyı hızla açtı ve kendini dışarı attı.
Koridora çıktığında kapıyı arkasından kapatırken, son bir kez içeriyi görmemek için kendini zorladı. Ama gözleri, kapının kapanan aralığından içerideki gölgelerin hareket ettiğini yakaladı.
Bir şey... gerçekten kıpırdamıştı.
Kapıyı kapattıktan sonra bir saniye bile beklemedi. Ayakları yerden kesilircesine koridorda ilerledi, nefesi düzensiz, adımları hızlı ve telaşlıydı. Kendi odasına varmadan önce bile içinde yankılanan bir his vardı:
O laboratuvarda yalnız değildi.
Ve kim ya da ne olursa olsun, onu fark etmişti.